Terörle mücadele ve güvenlik konularında hükümetin
iktidarını hemen tümden yitirdiği bir döneme girdik. Birbiri ardına gelen muhtıraların ve bildirilerin anlamı budur.
Bir yanıyla Türkiye'deki rejimin niteliği ve gücün paylaşımı konularındaki
sert ve kıyıcı siyasi pazarlık dinamiklerinin bir parçası bu. Seçimlerin sonuçları alınıp kartların dağılımı anlaşılana kadar hatta belki ondan sonra da bitmeyecek. Diğer yanıyla ise Türkiye'nin etrafındaki yeni
gerçeklere uygun bir dış ve güvenlik siyaseti üretip üretemeyeceğiyle bağlantılı.
Şimdilik yaşananlara bakıldığında Kürt meselesinde, kuzey Irak konusunda siyaseti olmayan, varsa da savunmayan bunu kamuoyuyla paylaşarak siyaset yapma alışkanlığını hiç geliştiremeyen sivil yönetim sonunda devre dışı kaldı.
Doğru bildiği yolda adım atmayarak kendisine çizilen çerçeve içine de girdi. Bu kapana girerken de seçim yolunda kendisine karşı kullanılacak en etkili silahı karşıtlarının eline vermiş oldu:
Teröre müsamahalı davranmak. İç siyasete alet oldu Başbakan'ın bundan önce konuşmaya hazır olduğu Barzani'ye kabile reisi diyerek konuşmaktan vazgeçmesi de iktidar partisini bu yükten kurtarmaz. Hükümet şubat ayında
Dışişleri Bakanı Gül ile Neçirvan Barzani arasındaki toplantıyı dahi kulağı çekildiği için iptal etmişti. Bu türden geri adımlarla da kendisini büyük ölçüde anlamsızlaştıran konumu davet etti. PKK, Irak/Kuzey Irak, Iraklı Kürtler politikası seçim arefesinde
yanartop kimin üzerinde kalacak düzeyinde tartışılınca olacağı da buydu.
Sonuçta ülkenin en yakıcı sorunu ve geleceğiyle ilgili en ince ayarla yürütülmesi gereken Iraklı Kürtlerle ilişkiler faslı da Türk iç siyasetinin daha doğrusu
seçim kavgasının parçaları oldu. Arada da Türkiye seçim oyununu oynarken
Silahlı Kuvvetler'in siyaseti yoğun şekilde tanımladığı, denetlediği, yönünü belirlediği bir ortama girdi. Bu bakımdan da seçim sonrasına kadar güvenlik konusunda alınacak karar ve benimsenecek yolu anlamak için Silahlı Kuvvetlerin ne dediğini dinlemek gerekecek.
Siyasi hedef tanımlanmalı O açıdan meseleye bakıldığındaysa, Enis Berberoğlu'nun da vurguladığı gibi, Genelkurmay'ın Irak'a yönelik bir kapsamlı harekatı en azından şimdilik düşünmediği ortaya çıkıyor. Bunun için ayrıca meclis kararı isteneceği ve siyasi hedeflerin tanımlanması gerektiği de anlaşıldı. Bunun yanısıra üç ildeki
güvenlik bölgesi ilanı da yetki ve sorumluluğun kimde olduğunu dosta düşmana ilan etti.
PKK'nın aldığı canların gölgesinde, toplumda
duygusal isyan zirveye çıkarken konuları siyasi çerçevede tutarak tartışmak zor. Ancak tam da bunun yapılması gerekiyor aslında. Ülkedeki toplumsal havanın zehirlenmesinde,
1990'lardakine benzer bir ortama dönülmesinde kimsenin çıkarı yok. Dahası bu kez terörle mücadele gibi ezici çoğunluk tarafından desteklenen bir siyasetin TürkKürt çatışmasına yol açma ihtimali hayli güçlü. Genelkurmay Başkanlığı'nın, kötü Türkçeli son bildirisindeki 7. Madde de tam bu nedenle çok
kaygı verici. Gerçi dün yaptığı açıklamada Genelkurmay "kitlesel karşı koyma refleksi"nden ne kastettiğini belirtti. "Bu çağrıda kastedilen
toplumsal tepkinin, kesinlikle
şiddet içermeyen demokratik kurallar içerisinde gösterilmesidir" açıklamasını yaptı. Ancak gene de böylesi bir çağrının Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılmasını yadırgamamak mümkün değil. Bundan da önemlisi böyle bir çağrının ülkeye hakim olan gerginlikte ve linç havasında
çok farklı şekillerde yorumlanmaya açık olduğuna da kuşku yok.
Seçimlerin sağ salim yapılması giderek Türkiye açısından hayati önem kazanıyor.
Yayın tarihi: 10 Haziran 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/10//haber,F7F979BAA4244F6AB1F5128E8336D4A4.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.