|
|
|
|
|
|
Ece, Kuruçeşme'den Tarlabaşı'na taşındı
Ece Aksoy, kendi adını taşıyan Kuruçeşme'deki Ece Bar'ı sattı. Ama kısa bir süre sonra Tarlabaşı'nda açtığı yeni mekânında lezzet ve dostluk dolu yeni yıllara adım atıyor...
Mutfakta yine Ece var
Ece Aksoy, kendi adını taşıyan Kuruçeşme'deki Ece Bar'ı sattı. Ama kısa bir süre sonra Tarlabaşı'nda açtığı yeni mekânında lezzet ve dostluk dolu yeni yıllara adım atıyor....
- Gece hayatının en önemli isimlerinden Ece Aksoy'un yeni mekânına girdik ama tabela yok. Neden bu tutukluk? - Benim ilk mekanımın adını dostlarım koymuştu, bana sormadan kapıya asmışlardı, ben de tabelada kendi ismimi görünce utanıp eve dönmüştüm. Şimdi de böyle bir süreç belki ama sonuçta önemli olan isim değil tabii... Şan Tiyatrosu'nun fuayesinde başladığım yıllardan bu yana, yani gayri resmi olarak 30 yıldır gece hayatının içindeyim. Ama ben artık o markayı sattım. Marka olan benim, mutfakta olan da benim. Ben artık Ece değil, Ece Aksoy'um.
-
Yaşayan efsane bir markayı satan değil de, alan olsaydınız nelere dikkat ederdiniz? - Bir kere çok zor alırdım öyle bir şeyi, ama tut ki aldım, içini boşaltmazdım. O üslubu, o ahlakı, o mutfağı korurdum. Aşçısı da, bir yerde garsonu da kendimdim. Ben alsaydım, kim koruyor bu markayı diye düşünüp danışmanlık alırdım. Mutlaka her gün uğramalarını isterdim, her gün denetlemelerini isterdim.
- Ece'yi bir marka olarak başkalarına teslim etmek size neler yaşattı? - Dört ay onlarla çalıştım. Günahlarını da almayayım, ama sanıyorum bana aydan aya ödedikleri para gözlerine battı. 'Biz niye buna para ödüyoruz, biz de burayı götürürüz, ne yapıyor ki?'ye geldi iş. Direkt "Sen git," demediler ama yani ben de 65 yaşında kadınım. Günde 18 saat çalışıyordum. Bir tek gün mutlu olduklarını görmedim. Onun için de "Size hayırlı işler diliyorum," dedim, ayrıldım. Ayrıldıktan sonra da, beni arayan çok sayıda müşterimin rezervasyonlarını aldım, onlara yolladım.
- Belli bir küskünlük yaşamışsınızdır diye sormuştum... - Asla küskünlük yaşamadım ve inanın, kendi başlarına çok iyi iş yapmalarını diliyorum.
- Siz hayattan ne bekliyorsunuz? - Sosyal iletişim. İnsanları çok seviyorum, insanlar da akşamları bir yerlere gidiyorlar. Benim evime gelemeyecekleri için çoğu buraya geliyor. Burada karşılaşıyorum onlarla. Bir de iyi malzeme satın almayı seviyorum. İşsiz kaldığım iki ay boyunca bütün mahalleye dağıttım yaptıklarımı, çoğu da çürüdü çöpe attım. Ama satın almaya ve yemek pişirmeye alışmışım. Pişirdim pişirdim, kime yedireceksin? Yok kimse. Hiç olmazsa yedirebileceğim insanlar olacak bu yeni dükkânımda.
- Peki neden en çok gazetecileri ya da sanatçıları doyurmayı seviyorsunuz? - Ben 17-18 yaşında şiir kitabı çıkarmış bir insanım. O yıllarda ayakta durmak için muhasebecilik de yaptım ama o para kazanmak içindi. Şimdi de 65 yaşımdayım diye deniz kenarında bir kasabaya çekilip şiir yazmak istemiyorum. Hayat başka türlü bir şekilde yeniden başlıyor. O nüfusta görünen rakamlar beni ilgilendirmiyor. Ben dün yeni bir hayata başladım burada. Sanki bugüne kadar hiç bu işi yapmamışım gibi açtım bu dükkânı.
- Neden hiç okuyamıyoruz sizi? - O da olur, şurada yemek pişirmeyi yoluna bir koyayım, gör bak ne şiirler ortaya çıkar.
- Peki o şiirli yıllardan biraz bahseder misin? Mesela Refik Durbaş arkadaşınızmış. İzmirliymiş o da. - Evet, Gündüz Badak, Cemal Nalçacı, Onur Şenli.. Biz neredeyse aynı mahallenin çocuklarıydık. Ben liseden sonra hemen çalışmaya başladım, o zamana göre dudak uçuklatacak bir para alıyordum. Hepimiz dar gelirli ailelerin çocuklarıydık. Aralarında bir tek ben çalışıyordum. Bölüşürdük bazen parayı, yani harçlık verirdim ben onlara. Ne yapalım ne edelim, edebiyat dergisi çıkaralım dedik. Evren diye bir dergi çıkardık. O zamanlar bayılıyorduk Nurullah Ataç Türkçesi'ne.
ŞEBNEM AKSON
|
|
|
|
|
|
|
|
|