Telekom sesle değil servislerle büyüyecek
Bugün için Türkiye'de yerli telekomünikasyon endüstrisinin konumu, dünya ile aramızdaki mesafe anlamında değerlendirildiğinde 10 sene öncesinden daha ileride olduğu söylenemez.
Türkiye'deki telekomünikasyon sektörünün son çeyreğini doğru değerlendirebilmek için, öncelikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında çıkan 406 sayılı Telgraf ve Telefon kanununu irdelemekte fayda var. 1924 yılında yürürlüğe giren bu kanunun en önemli hükmü, genel haberleşme sisteminin devlet tekelinde bulunmasına rağmen, özel haberleşme sistemi kurmayı lisansa (ruhsata) bağlamasıdır. Gelir paylaşımlı haberleşme sistemlerinin dahi tartışıldığı 1990'lı yıllarda bu kanun çıkmış olsaydı, anayasaya aykırılığı iddiaları ortaya atılırdı ya da özel haberleşme sistemi tamamen yasaklanırdı. Bu karşılaştırma, özelleştirme kavramının Cumhuriyet tarihinde nereden nereye gittiğini göstermesi bakımından önemlidir.
AR-GE YAPANLAR DIŞLANDI Telekomünikasyon endüstrisinde ilk ciddi adımların atıldığı yıllar ise 1960'lı yılların ikinci yarısıdır. Bu dönemde ilk defa yerli sistem üretimi gündeme gelmiş, devletin desteği ile ilk üretimler bu yıllarda başlamıştır. İlk AR-GE çalışmaları da yine bu dönemlerde başlamıştır. AR-GE çalışmaları, 1970'li yıllarda gelişerek önemli bir noktaya yükselmiştir. 1980'li ve 1990'lı yıllar da, telekomünikasyon endüstrisinin Türkiye büyümesi yönünde önemli çalışmaların yapıldığı yıllar olarak tarihe geçecektir. Ancak 1990'lı yılların sonuna doğru gelindiğinde telekomünikasyon endüstrisinin gündemden yavaş yavaş düşmeye başladığı görülmektedir. Yazılı olmasa da sözlü olarak; "Önemli olan, bir hizmetin daha ucuza vatandaşa nasıl verilebileceğidir. Gerekli teçhizatın, yerli veya yabancı olması farketmez, nereden, nasıl daha ucuza alınabiliyorsa ona bakılmalıdır!..'' gibi seslerin önceleri hafif, sonraları ise daha yüksek seslerle konuşulmaya başlandığına şahit olduk. Buna paralel olarak yüksek teknolojiye yönelik AR-GE ve üretim yapmaya teşebbüs etmiş bir çok firma ya küçülmüş ya da teşebbüslerinden tamamen vazgeçmiştir. Bugün için Türkiye'de yerli telekomünikasyon endüstrisinin konumu, dünya ile aramızdaki mesafe anlamında değerlendirildiğinde 10 sene öncesinden daha ileride olduğu söylenemez. Ancak temennimiz; telekomünikasyonda yerli endüstri anlamında Türkiye'nin hızla toparlanması ve satın aldığı ile övünen bir ülke konumuna düşmemesidir. Hizmet sektörünün değerlendirilmesinde ise gelişme daha farklıdır. 1980'li yılların başları, insanların eve veya işyerine bir telefon alabilmek için 5-10 yıl beklemek durumunda kaldıkları, komşu iki şehir arasında telefon görüşmesi yapabilmek için önce sıraya yazdırıp sonra saatlerce beklemeleri gerektiği yıllardı. İkinci yarısı ise, bir-iki günde telefon sahibi olunabildiği ve insanların otomatik olarak doğrudan arama yapabildikleri bir döneme doğru geçişin başladığı yıllardır. 1980'li yıllarda özellikle 1986-1987 yıllarının haberleşmesi, sosyal yapı üzerindeki etkisinin gözlenmesi açısından önemlidir. 1986'ya kadar Türkiye'de köylerin % 80'inde hiçbir haberleşme sistemi yoktur ve bu yıllarda ilk defa her köye 1 adet acenta telefonu bağlanmıştır.
KÖYLERE KADAR ULAŞTI 1986-1987 yıllarına kadar köyde oluşmuş olan sosyal denge, bir tek telefon ile ciddi anlamda etkilenmiştir. Köylüler telefonla konuşabilmek için kendi köyündeki bir başka kişiye muhtaç konumda kalmış ve bu durum, kırsal kesimde telekomünikasyona yönelik çok ciddi talep patlamasına yol açmıştır. Bu sosyal dengedeki etkilenmenin, diğer yönleri ile de uzmanlarca irdelenmesi şüphesiz faydalı olacaktır. Bugünün Türkiye'sinde telekomünikasyon hizmet sektörü iki ayrı yönde devam etmektedir. Bunlardan birincisi veri iletişimi, ikincisi ise ses iletişimidir. Ses iletişimi mobil sistemlere doğru kaymakta ve ses iletişiminde yeni araştırmalar da yine mobil sistemlerde yapılmaktadır. Veri ileşimindeki yeni araştırmalar ise daha çok sabit şebekelere dönük olmaktadır. Buna internet hızları ve ADSL örnekleri verilebilir. Türkiye, telekomünikasyonda iki kavramı birlikte tartışmalı ve bu kavramlardan birinin öne çıkması ile diğeri yok olmamalıdır; 1- Endüstriyel anlamda gelişim ve maksimum katma değer, 2- Hizmet anlamında maksimum kalite, minimum fiyat ve bunun için de tam rekabetin her yönüyle oluşması, her türlü tekelleşmenin önlenmesi.
TELSİM GENEL MÜDÜRÜ MEHMET TAŞALTIN SABAH İÇİN YAZ
|