Parçalanabilir kadınlar
Göğüsleri, bacakları, seks organlarıyla bir kadın vücudu!.. 'Kilisede Kadın' adlı sergi, Katolik Kilisesi'nin kadına gereken önemi vermesini isteyen hanımlar tarafından düzenlenmiş. Bir dizi pano içersinde göze batan 'parçalanabilir kadın vücudu' ile, kadınların gerek 'kösnül istek'lerle gerek 'eskimiş töre'lerle toplum tarafından parça parça edildiği anlatılmak isteniyormuş. Sergiyi düzenleyenler, kadına toplumda hak ettiği yerin verilmesi için gerekli çabalara Katolik Kilisesi'nin öncülük etmesini istiyorlar. Bugüne kadar kadını yok farz eden ve hala 'Havva ile Adem' hikayelerine inanarak, kadın deyince akıllarına 'elma' gelen rahipleri eleştirmekten kendilerini alamayıp kiliseye kocaman bir 'sümüklüböcek' resmi asmışlar. Bu resim, kilisenin çağa uyum sağlamak için hangi hızla hareket ettiğini simgeliyormuş. Sergiye gösterilen tepkiler ise çok 'çeşitli'. Kimi Fransızlar, kilisenin 'Tanrı'nın evi' olduğunu, oraya 'olmadık panolar' asmanın akla, mantığa sığdırılamayacağını söylüyorlar. Kimilerine göre ise, bir Katolik Kilisesi'nde böyle bir sergi düzenlenebiliyorsa, kilisenin 'ifade özgürlüğü'ne olan saygısı ortaya konuyor demektir ki, bu da az bir şey değildir. Paris'in göbeğindeki Saint-Merri Kilisesi'ndeki kadınların bu 'avaz avaz' bağrışmalarını, bakalım 'Vatikan sakinleri' de duyabilecek mi?
*** Fransa'da kadınlar kiliseden şikayet ededursunlar, Denis Andlauer ile Paul Goulliene adlı iki demiryolu işçisi de, "Kadınlara tanınan haklar bize de tanınsın" diye tutturuyorlar. Mesele şu: Denis Andlauer evli, 30 yaşında ve Mathilde adlı 7 aylık bir kızı var. Karısı Anne öğretmen, kocasından daha fazla maaş alıyor. Küçük Mathilde'i doğar doğmaz bir kreşe ya da sütanneye vermek istememişler. Bu durumda birisinin işinden geçici olarak izin alması gerekmiş. Ve çocuğa bakma işi, daha az para kazandığı için Denis'ye düşmüş. 'Doğum sonrası izni'ni o almış. 30 yaşındaki Paul Goulliene de Denis ile aynı durumda; Geremy adlı 6 aylık bir oğlu var. O da çeşitli nedenler yüzünden 'doğum sonrası izni' almak mecburiyetinde kalmış. Gerek Paul gerek Denis, 'doğum sonrası izni'ni rahatlıkla almışlar ama, emeklilikleri için sigortaya ödenen keseneğin yarısını izin süresince kendilerinin ödemesi şart koşulmuş. Çünkü toplu sözleşmeye göre sadece 'doğum sonrası izni'ni kadınların kullanması halinde, emeklilik primlerinin tamamını işveren ödüyormuş. Şimdi, sağa sola mektuplar yazıyorlar, kendi sendikalarını eleştiriyorlar ve ekliyorlar: "Hani kadın ve erkek eşitti. Biz kadın olmadığımız için emeklilik keseneğini cepten ödüyoruz, bu ne biçim adalet?"
*** 'Kiliseyi eleştiren hanımlar' ve 'kadınlarla eşit olmak isteyen erkekler'i, özgürlük ve demokratikleşme kavramlarının renkli birer simgesi olarak kabul edebilirsiniz. Ama, özgürlük ve demokratikleşmeden ziyade, 'gelenek ve göreneklerine' düşkün Malili bir babanın kızı olan Bobo'nun hazin hikayesi diğerlerininkine hiç mi hiç benzemiyor. Afrika'da, hala ısrarla uygulanan bazı 'anlamsız' ve 'akıl almaz' gelenekler olduğu biliniyor. İşte, Mali de bu geleneklerin körü körüne uygulandığı dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Nüfusu 7 milyon kadar. Kişi başına düşen milli gelir 180 dolar. Topraklarının genişliği ise 1 milyon 240 bin kilometrekare yani Fransa yüzölçümünün iki katı. Mali'nin Fransa ile olan 'samimi' ilişkileri nedeniyle bu 'fakir ülkenin', 'fakir insanları' akın akın Fransa'ya geliyorlar. Tabii 'gelenek ve göreneklerini' de beraberlerinde getirerek. Ve bu 'gelenek ve görenekler'den biri de 'kadın sünnetleri.' Uzmanlar, kız çocuklarını bütün ömürleri boyu, düzeltilmesine imkan olmayan acılar içinde bırakacak olan bu gayriinsani duruma son verilmesi için bütün dünya kamuoyunu yardıma çağırıyorlar. Ama ne ki, bu çağrılar birçok insan gibi, 3 aylık kızı Bobo'yu bizzat sünnet etmeye kalkan 25 yaşındaki Malili 'baba' tarafından da duyulmadı. Küçük Bobo ise kan kaybına dayanamayıp, 'babası' tarafından getirildiği dünyayı gene 'babası' yüzünden terk etti. Saint- Merri Kilisesi'nin kutsal loşluğunda asılı duran 'parçalanabilir kadın' her kıtanın ve her ülkenin 'gelenek ve göreneklerine' göre ne kadar değişik algılanabiliyor, hayret!..
*** Bu yazıyı 25 yıl önce Paris'te yazmış ve ilk kitabım olan "Kanatlı Karınca"ya da almışım. Bunca zaman sonra kendi ülkemde kadınların hala parçalandığını görmek gerçekten acı veriyor. Galiba Paris'teki o sergiyi çeyrek yüzyıl sonra burada da açmak gerekiyor...
|