Mide tüpünden nihayet kurtuldum
Günler sonra ilk kez sokağa çıkıp hastanede midemdeki tüpü aldırttım. Oğlum İlker'in benim hakkımda yazdıkları gözlerimi yaşarttı. Sönmez de Rumelihisarı'ndan Nilüfer'in konserini dinletti
Geçen hafta sevgili Bircan'ın "4 Yapraklı Yonca" adlı bir kitap çıkartacağından söz etmiştim ya, yapraklardan bir tanesi de ben olduğum için İlker'e de benimle ilgili fikrini sormuş. Yazdım, yazacağım, yarın, öbür gün derken epey bekletti Bircan'ı. Geçenlerde aradı, söylediklerini dayanamayıp bana da okudu. Yazdıkları abartılı mı bilmiyorum ama şu var ki insanın evladı tarafından hoş bir şekilde anlatılması fena halde duygusallaşmasına neden oluyor. Ağladım vallahi. O da bunu duymak istiyordu ki sanıyorum beni etkilemekten memnun, kıkır kıkır gülerek kapadı telefonu. Evlatlarımız canımız, güneşimiz, tüm dünyamız, sonsuzluğumuz. En çok istediğim onun sıhhatli ve keyifli olduğunu bilmek. Biraz haberleşmeyince tedirgin oluyor insan. Houston'da zaman zaman yanımda olması güç verdi bana. Üstelik çok güldürdü beni ve en önemlisi epey bir hasret giderdik. Size midemdeki bir tüpten beslendiğimi, hatta suyumu bile oradan aldığımı söylemiştim ya, bir de tüpün etrafında oluşan yaradan söz etmiştim. Ancak bu mide biberonundan artık kurtulmak istediğimi paylaşmıştım sizlerle. Ve beklenen oldu. Sevgili dostumuz Prof. Dr. Demir Budak telefon edip, "Her şey hazır, Çapa Hastanesi cerrahi bölümünde bugün saat 6'da tüp çıkarılacak" demez mi...
15 DAKİKADA ÇIKTI Tüp çıkmasın diye çengel şeklinde bir yay halinde duruyor midemde. Ben "Genel anestezi olmadan nasıl çıkarılacak?" diye düşünürken, tel gibi bir şey soktular içime. Benim "Ne olur yavaş" yalvarmalarım eşliğinde o yay düzleşmiş olarak çıktı midemden. Bütün duyduğum acı "ay, ay" sesleri eşliğinde tüp etrafındaki yaralı bölgeye yapılan uyuşturucu iğneydi. Girdikten 15 dakika sonra her şey bitmişti. Bir kez daha sevilmenin, ülkemde olmanın şefkatini hissettim. Bu müthiş bir güzellik... Op. Dr. Oktar Asoğlu ve yardımcısına, yaramı tedavi eden Muhittin Demircioğlu'na çok çok teşekkür ederim. Mide tüpünü çıkartmak için sokağa çıkışım aslında benim için ilk oldu ve günler sonra ilk kez evden dışarı adımımı atmış oldum. Kafamda yine örtü ve kasket, gözümde gözlük. Mahallemizin çocukları da galiba çıkacağımı öğrenmişler, sıra sıra dizilip, merakla beni bekliyorlardı. Onlara el sallayıp gülücükler dağıtarak yavaş çıkıp arabaya bindim. Zaten el sıkmak, sarılmak, öpmek yasak bir süre daha. Herhangi bir mikrop ya da virüs kapmamak için bu önlem şartmış. Hele bir de ateşim çıkarsa pazartesi başlayacak kemoterapiyi yapamazlarmış. "Tedaviniz çok uzar" diyorlar. Camdan gördüklerime bakıyorum, sıcak hayatı biraz yavaşlatmış gibi. Bazı yerlerde tatile gidenlerin yokluğu hissediliyor, ama yollar yine tıklım tıklım. Sanki küçük büyük herkes sıcaktan kurtulmak ister gibi kendini sokaklara atmış. Öfkesi tepesinde şoförler birbirlerine bağırıyor. Arada bir motosiklet gürültüsü, şehrin uğultusu, sinirli korna sesleri birbirine karışıyor. "Olsun biz buyuz" diye sevecen bir duygu kapladı içimi. Çoğunluğu hayat mücadelesi içinde ezilirken yine de hayata tutunmaya çalışıyorlar. Geçenlerde Bircan arayıp "Rumelihisarı'nda Nilüfer'in konseri var. Keşke gelebilsen, seni çok istiyoruz" dedi. İçim gidiyor ama daha evden çıkacak güçte hissetmiyorum kendimi. Biz karı koca Sezen, Nilüfer, Ajda, Emel Sayın, Nükhet Duru hayranıyız. Daha çok sevdiğim, şarkılarına seve seve eşlik ettiğimiz şarkıcılar var ama onlar başka. Onlara hayatımızın önemli bir kısmı ipotekli. Öyle duygusal bir harmanlama olmuş. Sönmez gitti o akşam, kulaklarımı ona verdim. O neredeyse Nilüfer'in o güzelim sesiyle verdiği tüm konseri telefondan bana dinletti. Ve ben ağzım kulaklarımda, yalnız İstanbul'un gece ışığında cep telefonu kulağımda katıldım konsere. "Dünya dönüyor sen ne dersen de yıllar geçiyor fark etmesen de yıllar geçerse geçsin ruhumuz genç ya..." Seneye Rumelihisarı'ndaki tek bir konseri kaçırmamaya kararlıyım. Ama şimdilik bu kadarıyla yetinmeliyim. Sevgi ve sağlıcakla kalın. Yazın şu günlerinde huzurunuz varsa kıymetini bilin...
|