Moral ömrü uzatıyor
Kemoterapi sürecinde bir kez daha anladım ki tedavi sırasında hasta-doktor psikolojisi çok önemli. Ben hastasına moral veren ve bunu her şeyin önünde tutan hekimleri savunuyorum
Geçen hafta iki gelin dedik, bir gelin fotoğrafı koyduk. Şimdi de ikinci gelin vahşi orkide Turna ve damadımız Osman Nebioğlu... Gelelim bu haftaya... 16 Ağustos'ta kemoterapi yapılması lazımdı. Doç. Dr. Nazım Serdar Turhal Bey'in denetiminde üç günde verildi ilaçlar. İlk gün dokuz saat, ikinci ve üçüncü günler altı buçuk saat eldeki bir damardan. Doç. Dr. Nazım Serdar Bey Marmara Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Bölümü Başkanı. İlk önce değişik bir teşhis konmuştu. Sonra tanımıştık doktor Serdar Bey'i... Tetkiklere bakmış "Bu kesin nasopharinx yani burnun tam arkasında tümör daha aşağıda değil. Ameliyat edilemeyen bir bölge, fakat radyoterapiye çok güzel cevap veriyor. Kemoterapiyle birleştirerek lenf bezlerini de yok ederek istenilen neticeyi alırız. Aylarca sürebilir, bu noktada sizden sadece sabırlı olmanızı isteyeceğiz, o kadar" dedi. O kadar nazik, o kadar sevecen, bir o kadar da net ve ciddi. Yine de tetkiklerden gördüklerine sevinmiş gibiydi. Sanki burnun arkasına gelen kısımda, boğazımda enfeksiyon varmış, onun da antibiyotiği bulunmuş da sadece tedavi uzun sürecekmiş gibi rahat ve sevecen bir üslupla söylemişti ki. Birden içimdeki birtakım kuşkular dağıldı, düğümler çözüldü ben de rahatladım. Ben hasta-doktor ilişkisinde hasta psikolojisini hastalıktan, radikal tedbirle icabettiğinde bile morali onun önünde tutan hekimleri savunuyorum. Bir insana pat diye "Altı aylık veya üç aylık ömrünüz kalmış" derseniz zaten o moral bozukluğuyla daha çabuk ölür. Ha bir işe yarar; o varlıklıysa kendisinden sonra yapılmasını istediği şeyler için hazırlık yapar. Diyeceksiniz ki, insanın çok az ömrü kalmışsa yapmak istediği son şeyleri gerçekleştirmek için bunu mutlaka bilmeli. Her neyse etrafımızda hastalığı ailesi tarafından bilinen, kendi de bu gerçeği bilmeden müthiş bir moralle mücadele edip ömrünü uzatanlar var. Benim kardeşim gibi arkadaşım, altı aylık ömrü olduğunu bilmeden altı kaliteli yıl daha yaşadı. Doktorlar zor durumda gerçeği psikologla beraber söylemeli. Belki saçmalıyorum. Doktorlar ne yapacağını biliyor. Arada bir masa var konuşurken ama karşı tarafta bir umut peşine takılmayı bekleyen şaşkın, acizleşmiş bir insanoğlu ne yapacağını bilmiyor. Uzatmayalım Dr. Turhal Bey'e bu yüzden çok saygı duyuyorum. Kendisi zaten yaşadıklarımı bir kitap halinde okuyucuyla paylaşmamı çok istiyor. "Doktor olarak hastaların duygularını, gel-gitlerini anlamak, en önemlisi de sizin hastalığa yaklaşımınız, iyileşeceğinize inanarak direnmeniz, bir sürü sıkıntıyı hiçe sayan olgunluğunuz hem sizi, hem bizi neşeli kılıyor. Bunu paylaşın belki başka ihtiyacı olanlara yol gösterebilirsiniz. Hiçbir sağlık problemi olmayanlar için de küçük sıkıntılar önemini kaybeder, hayat daha güzelleşir'' diyor. Bir elimde serum takılı... "Klinikte yattım'' dedim ya... Sönmez, bebekmişim gibi meyveleri minik minik doğrayıp yediriyor. Sıkılmayayım diye her tarafımda gazeteler, dergiler. Hastanenin melekleri var, güzel güzel hemşireler. Biri giriyor, biri çıkıyor. Yemek için ertesi gün ilave bir şey veya tamamen farklı yiyecekler isteyip istemediğim soruldu. "Bu ilaç kabızlık yapıyor ve problem oluyor acaba yanına kavun ilave edilir mi'' diyecek oldum. Baktım gece vakti kavun getirmişler diye soruyorlar. O sırada Bodrum'dan arkadaşım Selma aradı. "Vah canım, dokuz on saat mi sürecek Bunun bir de yarını var'' diye hayıflandı. Ben de "Deli misin, ben kemoterapi değil keyif yapıyorum yatağımda. Sönmez bir taraftan, hemşireler, hastabakıcılar bir taraftan pohpohlanıp duruyorum. Sakın merak etme'' dedim. O da "Sen ne harika kızsın. Kemoterapiyi bile keyif gibi anlattın'' diyerek kapattı.
NAZAR BONCUĞU Türkan hemşire çok tatlı, odamı güzelleştirdi. Yastığıma kırmızı fiyonklu bir nazar boncuğu taktı. Onunla anlaştık, her ilacı serum sehpasına takmadan bir müddet elimde tutuyorum. Hem kemoterapinin yan etkileri az olsun hem de ilaç olarak yarasın diye. Reiki hocam Nilgün Thompson öyle haber yollamış. Türkan hemşire ve ekibiyle 6 Eylül'de görüşmek üzere vedalaşıp eve geldik. Ertesi sabah bir uyandım ki sanki vücuduma şeytan girmiş gibi en küçük hücreme kadar bir şeyler oluyor. Kafamı yataktan kaldıramayacak, iki adım bile atamayacak kadar yorgunum, biraz ateşim var. Her tarafım ağrıyor. En kötüsü kafama yumruk atılmış ve cinler dolmuş gibi. Üç gün önce "Kemoterapi değil keyif yapıyorum'' diyen kadın ben değilim sanki... Üstelik ilginç bir şey daha oluyor. Radyoterapi hatırlatması diye bir olgu varmış. Bütün boynum ve boğazım alev alev yanıyor. Neyse o kadar dayanılmaz değil. Yoksa buzlu su kompresi yapmak lazımmış. Bir kızdım, bir kızdım kendime "Ne bu moralsizlik, millet kaç gündür yağmurla uğraşıyor. Sel altında kalmış değilsin, deprem olmuş da göçük altında bir yere sıkışmış değilsin. Şükret kendine gel.'' Doğru ama başımı yine yastıktan kaldıramadım. Oradan oraya birkaç gün süründüm. Pek bir şey yiyemedim. İştah tamamıyla gitti. Fakat içimden şükran doluydum. Üstelik ne güzel bir terapi daha halloldu. Bir tane kaldı.
DOKTORLAR çok zor durumlarda hastasına gerçeği psikologla birlikte söylemeli
|