Derin kriz arapsaçı
MİT Başkanı Şenkal Atasagun ve Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'yı birbirine düşüren "derin kriz," belli ki önümüzdeki günlerde yeni bilgilerle gazete manşetlerini meşgul etmeye devam edecek. Bir hükümet yetkilisi "Artık taşlar yerinden oynadı" diyor. Ama şu ana kadar krize yalnız seyirci kalmayı yeğleyen AKP'liler, bunun ötesinde başka açıklama yapmamaya özen gösteriyor. Son günlerde Atasagun ve Özkaya arasındaki demeç savaşları kamuoyunun kafasını iyice karıştırdı. Demeçler düpedüz çelişkili. Özkaya, MİT'in kilit adamlarından Kaşif Kozanoğlu'nun MİT Müsteşarı'nın bilgisi dahilinde kendisiyle görüşerek Çakıcı dosyasının ertelenmesiyle ilgili ricada bulunduğunu söylüyor; Atasagun ise görüşme talebinin Özkaya'dan geldiğini, Çakıcı konusunun açılmadığını Sıradan bir gazete okurunun varacağı sonuç, devletin kritik noktalarındaki bu iki adamdan birinin "yalan" söylediği. Peki şimdi ne olacak? Susurluk skandalı, iyi kötü Türkiye'ye faydalı olmuş, bazı kurumların kendine çeki düzen vermesine, istihbarat ve güvenlik birimlerinin "mitoloji" olmaktan çıkmasına yaramıştı. Bir an için "Ah, zavallı memleketim!" psikolojisinden çıkıp şimdiki "derin krizden" de Türkiye'deki reform ve demokratikleşme sürecine katkıda bulunabilecek benzer bir ders çıkarabilir miyiz diye bakmalı. İşte burada iş çetrefilleşiyor. Hukuki açıdan konuyu soruşturmak da, araştırmak da kolay değil. Bu Türkiye'de yasama, yürütme ve yargı alanlarında görev yapanlara tanınan hukuki ayrıcalıkların diğer batı ülkelerindekilerden biraz daha "bol" olmasıyla ilgili. Kısacası krizin aktörlerinin şu ya da bu tarz bir "dokunulmazlığı" var ve bu duvarı aşıp soruşturma aşamasına gelmek, apayrı hukuki prosedürler gerektiriyor. Örneğin MİT Müsteşarı, Alaattin Çakıcı'yla bağlantılı isimlerle konuştuğu tespit edilen Kaşif Kozinoğlu'nun ifadesinin alındığını (muhtemelen MİT Kanunu çerçevesinde) ve durumun Başbakanlığa iletileceğini söyledi. Kozinoğlu'nun statüsünü belirleyen, Türkiye'de bürokrasisiyle ünlü Memurin Muhakemat Kanunu. Avrupa Birliği reformları çerçevesinde düzeltilmiş son haliyle bile tartışmalı, fazla "dokunulmaz." Kozinoğlu'yla ilgili soruşturma için MİT'çinin "görevi dışında" bir eyleme girdiğinin kanıtlanması, amirinin ve Başbakanlık kurullarının onayı gerekiyor. Yargıtay Başkanı Özkaya ve yine olaya adı karışan Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı Ercan Yalçınkaya içinse apayrı kurallar geçerli. Yargıya "dokunulmazlık" her Batı demokrasisinde var. Bu yargı bağımsızlığı için şart. Ama Türkiye'deki gibi her kurumun kendine has disiplin mekanizması kurmak adına yarattığı "aşılmaz duvarlar" pek az ülkede var. Yargıtay Başkanı'nın soruşturulması için Yargıtay 1. Başkanlık Divanı'nın soruşturma izni vermesi gerekiyor. Geçmişte nadiren hakimlerin yargılanmasına izin veren bu kurum dava derse, durum Yüce Divan'a gidiyor. Genel Sekreter Yardımcısı içinse Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan izin lazım. Ancak ondan sonra Cumhuriyet Başsavcılığı'nda soruşturma açılabilir. Bu durumda "ayrıcalıklı" statüsü olmayan tek kişi, Bodrum'daki "zavallı" müteahhit Hakkı Süha Şen. Sade vatandaş olarak onun soruşturması zaten doğrudan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nda. İyi hoş da, bu insanların hepsi aynı iddiayla, Alaattin Çakıcı'yla bağlantılı olmakla gündeme gelmedi mi? "Dokunulmazlık" deyince tek akla gelen milletvekillerinin durumu. Kuşkusuz yasama, yürütme ve yargı organlarındakilerin "görevlerini yapabilmeleri" için belli koruma mekanizmalarına ihtiyaç var. Ama maalesef Türkiye'de yargı ve bürokrasideki hukuki "ayrıcalıklar", Batılı demokrasilerden kat kat fazla.
|