Edwards'ın anlamı
Tamam, tüm dünya George W. Bush'a kızıyor. Ama acaba herkes Bush'un kasımdaki Amerikan seçimlerini kaybetmesini istiyor mu? John Kerry başkanlığındaki Demokrat Parti iktidarı, ille de Amerikan dış politikası için yepyeni bir sayfa anlamına mı geliyor? Türkiye açısından bakıldığında, mesele hayli karmaşık. Ankara, 11 Eylül sonrasında ABD ve Batı ittifakının "güvenliğini," İslam coğrafyasında "baskıcı" diktatörlükler ve uluslararası teröre destek veren rejimlerin zorla ya da teşvikle "demokratikleşmesi"ne bağlayan Bush Doktrini konusunda büyük heyecan taşımıyor. Buna karşın bu düşüncenin uzantısı olan Büyük Ortadoğu insiyatifinin genel hedefleri ve Türkiye için biçilen "star" rolüne kimsenin itirazı yok. Bu yüzden şahsen sevilmemesine karşın Bush'un Galatasaray Üniversitesi konuşması, değişik kesimlerden beğeni topladı. 11 Eylül sonrasında Türkiye'nin kritik önemini kavrayan Bush iktidarı, hem IMF yardımlarının devreye girmesi, hem de Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığı konusunda ağırlığını hep Ankara'dan yana koydu. Arada Ermeni tasarısının reddi ve Irak'ın toprak bütünlüğü gibi konularda iyi kötü dayanışma yaşandı. Bush iyi kötü Türkiye'yi tanıdı ve sevdi.
Clinton da başta öyleydi Bu yüzden Ankara'daki dış politika çevrelerindeki yaygın kanı, "Bildiğimiz şeytan, bilmediklerimizden daha iyidir." Bunda Demokrat Parti adayı John Kerry'nin Massachusetts senatörü olarak Ermeni soykırımı tasarılarının ateşli bir destekçisi oluşu, Ted Kennedy gibi partinin Türkiye'yi eleştirmeyi seven "sol" cenahı ile yakınlığı ve Avrupa liderleriyle fazla "kanka" oluşu da etmen. Kerry, Bush gibi Türkiye'yi İslam dünyasına bir örnek olarak lanse etmeye; Jacques Chirac'la ağız dalaşına girerek Türkiye'nin AB üyeliği için bastırmaya ise hiç niyetli değil. Ama bunlar, Ankara'nın Demokrat Parti iktidarından çekinmesi için yanlış nedenler. Doğru, Kerry ilk başında Türkiye için pek parlak bir başkan namzeti olarak gözükmüyor. Fakat zamanında Clinton da öyleydi. İnsan hakları ve Rum lobileri, Clinton'un ilk döneminde de ağırlığını falasıyla hissettirmiş, ama sonra Türk-Amerikan ilişkilerinin en parlak dönemlerinden biri yaşanmıştı. Diyeceğim şu: Kerry de başa gelse, Chirac ve Schröder'le kolkola girip ilk gününden Birleşmiş Milletler'i ziyaret etse de, 11 Eylül sonrası Amerikan dış politikasında artık değişmeyecek parametreler var. Türkiye o resmin içinde. Örneğin Kerry seçilince İran'ın Natanz'da inşa ettiği nükleer reaktörü yok sayabilir mi? Avrupa ve dünya kamuoyu, Bush gidince sihirli bir değnekle her şeyin eskisi gibi olacağını düşünerek yanılıyor.
"Light Clinton" Edwards Buna karşın Ankara'nın John Kerry başkanlığındaki Demokrat parti iktidarı konusunda pankartları açmaması için çok daha geçerli bir başka sebep var. O da Kerry ve başkan yardımcısı adayı John Edwards'ın "seçilebilme zorluğu." Clinton Light olarak güney eyaletlerinden başkan adaylığına yükselen "tatlı çocuk" Edwards, Amerikan medyasının gözbebeği. Asık suratlı Kerry'ye "ağırlık" değil ama "karizma" getiriyor. Bu da önemli. Fakat kendini aylardır "sınıf savaşçısı" olarak lanse edip "iki Amerika"dan söz eden 32 milyon dolarlık zengin avukat Edwards, bana kalırsa şu ana kadar başkanlık için "fazla sol" bir söylem tutturdu. Bu iş medyayla olmuyor. "Sınıf savaşı," Amerikalılar için popüler bir tema değil. Evet sıradan Amerikalı, dünyayla ilişkilerinin düzelmesini ve Irak'ın hale yola girmesini istiyor. Ama fazla kararsız, fazla tecrübesiz Kerry-Edwards ekibinin bunu "becerebileceğine" kanaat getirmesi lazım. Aksi takdirde hiç çekinmden "Bildiğimiz şeytan, bilmediklerimizden daha iyidir" diyecektir.
|