|
|
Emaneti ehline verme!
İnananları için İslamiyet'in kesin buyruğudur: - Muhakkak ki Allah size, emanetleri ehil olana vermenizi emreder... (Nisa-51) Peki ya siyasetin buyruğu nedir? - Sakın emaneti ehline vermeyin! Tamamen öyle mi? Eh, bazen neredeyse tamamen öyle! Peki 'emaneti ehline vermek' bakımından bu iktidarın şimdiye kadarki görüntüsü nasıl? Soruyu iki düzeyde değerlendiriyor ve biri için 'fena değil', öteki için ise maalesef 'berbat' diyorum. İlki üst düzey bürokrasiyle ilgili gözlemlerin hasılasıdır. İkincisi ise müdürlük, şeflik seviyesinde yaşananlara ilişkin izlenimlerin sonucu.. Üst düzey yönetici tayinlerinde yeterliliklerine samimiyetle inandığım bir hayli örnek var. Milyonluk memur kitlesi içinde ise felaket partizanlık yaşanıyor. Özellikle bu vadide kelimesi kelimesine 'sakın emaneti ehline vermeyin' kuralının işlediğine hükmettirecek kadar yaygın bir kayırmacılık söz konusu.. Dışarıdan bakıldığı zaman bu sıradan ideolojik veya siyasi 'kadrolaşma' gibi görülüyor ama pek öyle değil.. Gerçi parti örgütlerinde hala 'Siyasal İslamcı' geçmişi olanların hakimiyeti sürdüğü için tayinlerde ideolojik ölçütler önemli bir etken.. Ancak bundan daha hazin olan salaş bir partizanlığın neredeyse inadına emaneti ehil olmayana vermeyi yaygınlaştırmasıdır. Bir tek yerde şöyle dendiği vaki ise şükrederim: - Sen bizden değilsin ama dürüstsün, işini de iyi yapıyorsun.. Görevine aynı ciddiyetle devam etmeni istiyoruz. Olumsuz örnekler ise sayılmayacak kadar çok. Adamın ruh sağlığı bozuk. Hiçbir başarısı ve becerisi görülmüş değil. Lakin bir şekilde kendini sağlam (!) kazığa bağlamış; yeni kurulan bir memur sendikasında yönetim kurulu üyesi olmuş.. Bu sendikanın da, öncekilere alternatif ve iktidara yakın bir yapılanma olduğu biliniyor.. Bu adam, vilayetteki bir kurumun başında bulunan müdürün alınmasını, kendisinin tayin edilmesini istiyor.. Az kaldı olacak ama olmuyor. Partici adayın o makama layık olmadığı anlaşıldığı için değil.. O makamdaki mevcut şahsın ehil olduğu fark edildiği için de değil. Ya ne için?.. Anılan şahıs yanlışları yüzünden söz konusu sendikanın yönetim kurulundan atıldığı için.. Şimdi muhtemeldir ki bu gerçek hikaye yüzünden Türkiye'nin çeşitli illerindeki dostlarım arayacak ve -MHP için benzeri eleştirileri yaptığımda karşılaştığım gibi- sitem edecek: - Yazıklar olsun abi, buraya kadar geliyorsun da haberimiz olmuyor.. - Teessüf ederim dostum. Şehrimize geliyorsun, uğramıyorsun.. Hasılı, kayırmacılık her yerde! Halbuki yeni hükümet kurulurken adam kayırmacılığın ve partizanlığın hiç değilse eskisinden biraz daha düşük düzeyde kalacağını umuyordum. Sebebi de, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, haleflerinden çok farklı bir kadroya sahip olduğuna inanmam değildi. Ölçülü iyimserliğimin gerekçesi, Erdoğan'ın şahsi karizması ile sağlanmış ezici seçim galibiyeti idi: - Böyle bir lider eğer isterse, partizanlığı, dolayısıyla emanetin ehil olmayana verilmesini önleme yolunda ciddi başarı sağlayabilir. Çünkü o partisi üzerinde öylesine mutlak bir güce sahip ki, tabanda ve örgütte bir Allah'ın kuluna taviz vermek durumunda değil.. Yanıldığım kesin.. Şaşırdığım ise, partisine böylesine hakim bir liderin emaneti ehline verme konusunda sürekli tekrarladığı emir ve talimatlarının etkin olamaması..
|