NATO Vadisi'nden çok önemsiz notlar
NATO Vadisi'nin Nişantaşı tarafında ikamet edenler, pazar gezmesine çıktıklarında NATO Zirvesi denilen şeyin gündelik hayatı nasıl etkilediğini hemen fark ettiler: Kafeler kapalıydı, Reasürans Pasajı'nda in cin top oynuyordu, Müslüm'ün Patika Kitap Evi polis kaynıyordu, bütün sokaklar tutulmuştu. Tabi herkes meşrebine göre tutum belirledi: Her tür değişimi "enteresanlık" olarak görenler, "Ne güzel" dediler. Eski solcular, "Yurdumun her yanı işgal altında" diye marş söyleyerek, hem çoktandır unuttukları bir duyarlılığı yeniden anımsadılar, hem de eski günleriyle dalga geçtiler. Günü yaşama konusunda iddialı olanlar ise İstanbul'u çoktan terk etmişti. NATO karşıtı direnişin mahalledeki odak noktası Teşvikiye Kafe'ydi.. Karşı sokağı polis kapatmış, geçişler sınırlı ve kontrollü olarak veriliyormuş, helikopter sesleri her şeyi bastırıyormuş, gazete bayiine ulaşmak bile mümkün olmuyormuş.. Kimin umurunda! İşte Teşvikiye Kafe, orada bir direniş abidesi gibi müşterilerini ağırlamaya devam ediyor.. Türkler'den hiç mi hiç beklenmeyecek bir "Fransız mükemmeliyetçiliği" NATO Vadisi'nin dört bir yanını esir almış durumda. Organizasyonda hiçbir eksiklik atlanmamış. Kapatılmış sokaklarda oturanların isimleri bilgisayar kaydına alınmış, evden çıkıp sokağı terk etmek isteyenler, polise ismini veriyor ve isimler anında bilgisayardan kontrol ediliyor. İş buralara varmış durumda yani.. Ama yine de hesaba katılmayan ve bu nedenle belirlenemeyen ilkeler, polisle vatandaşı zaman zaman karşı karşıya getirmiyor değil! Mesela ben gözümle tanık oldum: Köpeğiyle birlikte dolaşmaya çıkan bir Nişantaşılı ile polis, "köpek gezdirmek serbest mi, değil mi?" tartışması yaptılar. Sonunda raconu bir komiser muavini kesti: "Evet, serbest ama siz yine de fazla açılmayın!" Akla hayale gelmeyecek mazeretler ileri sürerek kapalı sokakları açma girişimlerinin hiçbiri tutmadı. İki aydır acayip tembihlenmiş polis, alışılmışın aksine torpile kapalı bir tutum izledi. Bu nedenle "Annem karşı sokakta oturuyor, hastaymış, gidip bakmam lazım" türü dramatik mazeretler bile müthiş septik bir duvarla karşılaştı. Polis, tanıdığımız polis değildi yani. Bilmiyorum, belki "büyük olay"ın ilk günü diye böyledir, yarın ve öbür gün o geleneksel tavsama başlar.. Televizyon ekranından tanınan bir gazeteci olarak ben iki türlü sorun yaşadım: Bir yandan polisin disiplin gösterisine maruz kaldım ve elimde akreditasyon kartım olmasına rağmen Vadi'ye girme konusunda büyük güçlükler yaşadım, bir yandan da "Ahmet Bey, polisin sorunlarına ne zaman eğileceksiniz, aldığımız maaş yetmiyor" türü bir geyiğin tam ortasında kaldım. Ve tepkiler: Bir arkadaşım "sıkıyönetim gibi" dedi. Bir başka arkadaşım, Nişantaşı'nda hafta sonları oluşan o özentili ve can sıkıcı sokak partilerine gönderme yaparak "Keşke her gün böyle olsa!" dedi ve o partilerinden nasıl da nefret ettiğini ortaya koydu. Beymen Brasseire'den nefret eden bir başka arkadaşım ise, oranın kapalı oluşundan büyük haz alarak "Oh olsun!" dedi. Ben de bütün bu yorumlar karşısında objektivitemi yaralamamak için sadece sustum, renk vermedim.
|