| |
Haberler iyi
Başkan Bush'un Türkiye'ye destek açıklamalarıyla AB sürecine faydadan çok zarar verdiği, özellikle Fransa'nın damarına bastığı yorumlarına pek itibar etmeyin. Öyle olsa, ABD'nin Irak politikalarının en ateşli destekçisi, savaşın başlamasından bir ay önce, 2003 Şubat'ında, cephe liderlerini, yani Bush, Blair ve Aznar'ı Azor Adaları'nda buluşturan zirvenin mimarı Portekiz Başbakanı Jose Manuel Durao Barroso, hiç AB Komisyonu'nun başına getirilir miydi? Brüksel'deki AB merkezi kulislerinde ABD'nin "Bize yakın birini seçin" telkinleri yankılanırken, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, kendi ifadesiyle Barroso'ya "Seve seve" oy verir miydi? Barroso'yu Türk kamuoyunun yakından tanımasında büyük fayda var. Çünkü 17 Aralık'taki zirvede Türkiye'ye tarih verilirse "verilince" dememiz daha doğru olacak galiba tam üyelik müzakerelerini o yürütecek. Portekizli siyaset bilimciler onu "Hiç kimsenin sinirine dokunmayan adam" diye tanımlıyor ve ekliyorlar: "Çünkü ideolojik saplantıları yok. Birbirine ters siyasal görüşleri savunabilir. Tüm siyasal akımlara uyum sağlayabilir." 48 yaşındaki Barroso'nun bu olgunluğunda geçirdiği siyasal değişimin büyük etkisi var. Lizbon'da hukuk öğrenimi gören, daha sonra Cenevre ve Washington'da uluslararası ilişkiler alanında doktora yapan Barroso siyasete 1974'te Salazar diktatörlüğüne son veren ünlü "Karanfil Devrimi" ile girdi. Maocu bir partiye üye oldu. O günleri anlatırken "18 yaşında bir üniversite öğrencisiydim. Hayatımın en mutlu dönemlerinden biri oldu ve Maocu geçmişimden de hiçbir zaman utanmadım" diyor. (Hatırlatırız; Fransa'nın sosyalist eski Başbakanı Lionel Jospin de siyasete Troçkici bir partide atılmıştı.) Ancak radikal solda gelecek görmeyince, 1977'de Sosyal Demokrat Parti'ye geçti. Adı sizi yanıltmasın; sol bir parti değil bu. Yelpazenin merkez sağında yer alıyor. Sol olan, Portekiz Sosyalist Partisi. Barroso yeni partisinde basamakları hızla tırmandı, 1987'de Devlet Bakanlığı, 1992'de Dışişleri Bakanlığı görevlerine getirildi. Sonra partinin liderliğine yükseldi, 2002 Mart'ındaki seçimde sosyalistlerden iktidarı almayı başarıp başbakan oldu. İşte şimdi de 31 Ekim'den itibaren Romano Prodi'nin yerine AB Komisyonu Başkanlığı koltuğuna oturacak. Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarının geçmişine takılıp kalanlara Barroso herhalde en iyi cevabı oluşturuyor. Kaderimiz emin ellerde Peki Barroso, Türkiye'nin üyeliği için ne düşünüyor? Merak etmeyin, "bizden!" AB'nin bir "Hıristiyan kulübü" olmadığını söylüyor ve "Türkiye'nin üyeliği dünyayı dinlere göre bölmek isteyenlere en iyi cevap olacak" diyor. Türkiye, AB sürecinin hayati virajına son derece olumlu koşullarda giriyor. Barroso'nun yanı sıra bugünden itibaren AB dönem başkanlığını devralacak ve 17 Aralık zirvesini hazırlayacak olan Hollanda da üyeliğimize güçlü destek veriyor. Başbakan Jan Peter Balkenende, Türkiye'nin "Demokrasinin güçlenmesi, silahlı kuvvetlerin sivil hayattaki rolünün azaltılması ve azınlık hakları konularında" yaptığı hamleleri göklere çıkarıyor. Dışişleri Bakanı Bernard Bot da geçen hafta Hollanda'nın dönem başkanlığında izleyece ği politikaları açıklarken, Türkiye'yle ilgili kararın "Adil, bağımsız ve saydam olacağını" üstüne basa basa vurguladı. Bot'u da bir cümleyle hatırlatalım: Hollanda'nın Ankara eski Büyükelçisi. Ve Türkiye'nin en geç 2015 yılında AB'ye üye olarak katılmasını istiyor. İstemekle kalmıyor, bekliyor da. Böyle bir dostun en kritik 6 ayda AB'nin dış ilişkilerini üstlenmesi, Türkiye için gerçekten büyük bir şans...
|