| |
|
|
"Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok..."
Dün sonsuz yolculuğuna uğurladığımız Ahmet Piriştina, kalp krizi geçirip vefat etmeden önce, acaba neler hissetti? Kriz geçirip kurtulanlar, yaşadıkları sancıyı, "Göğsümün üzerine sanki bir fil ayağıyla basıyordu" diye anlatırlar. Ancak bu, kalp krizindeki son aşama... Doktorlara göre Piriştina, mutlaka daha önce bazı işaretler almış olmalıydı vücudundan. Belki tansiyonundaki oynama, belki hafif bir sancı, kolundaki bir uyuşma gibi... Bazı insanlar, genellikle önemsemez bu işaretleri. Ben kendimden bilirim. Otomobilimin periyodik bakımlarını hiç aksatmam. Arada bir mutlaka yağını kontrol ederim. Lastiklerin yivleri aşınınca, hemen yenilerini alırım. Otomobilin sağlığına gösterdiğim özeni, hiçbir zaman kendi sağlığıma göstermem nedense. Hayatımda ilk kez topyekkontrolden, iki ay önce geçtim. O da, doktor olan amcamın zoruyla. Kuzenim 52 yaşında. Sigara içmiyor. Her gün birkaç saat jimnastik yapıyor. Ama üç ay önce kalbi tekledi. Yapılan anjiyo sonunda, by-pass kararı verildi ve ameliyat masasına yatırıldı ertesi gün. Bunun üzerine, damar tıkanıklığına neden olan etkenler Barlaslar'da kalıtımsaldır endişesi ile, ben dahil hepimiz kontrolden geçtik. Ve doğumumdan 62 yıl sonra ilk kez, kolesterolümün düşük olduğunu, kalbe giden damarlarda tıkanıklık olmadığını, kandaki şeker seviyesinin normal düzeyde bulunduğunu öğrendim. Akciğerlerimde leke yokmuş ve karaciğer fonksiyon testlerim iyi çıkmış. Sakın "Ne güzel işte" demeyin. Çünkü benim yaşımda bir adam, bu kontrolleri altı ayda bir yaptırmalıymış. Sonuçta, otomobilimden çok mu bakıma ve kontrole gireceğim bundan sonra? Herhalde bu pek mümkün değil. Neticede kadercilik var genlerdeki bilgilerimizde. Uzun yıllar önce, bizim Gaziantep'in uzak bir köyünden küçük bir kız çalışmak için İstanbul'a gelmiş ve bir Antepli ailenin ev işlerine yardım etmeye başlamıştı. Evin hanımı, o genç kızı İstanbul'daki ilk gününde uyarmış: - Kızım Hatçe... İstanbul'da karşıdan karşıya geçerken dikkat et. Burası Mazmahor'un köyüne benzemez. Ezilir, ölürsün, demiş... Hatçe gülmüş, omzunu silkeleyip cevap vermiş hanıma: - Ölürsem ölürüm. Canım sağ olsun! İşte bu da bir hayat felsefesi. Ben babamın, hiç hasta olduğunu hatırlamıyorum. Ama 59 yaşındayken, bir trafik kazasında öldü. Ahmet Piriştina da 52 yaşındaydı. Vakitsiz veya erken bir ölüm değil mi bu? Hani "Savaşta gençler, barışta yaşlılar ölür"dü? Her hatırladığımda hasretini duyduğum Turan Güneş'in ölümünü düşünüyorum. Bir gün önce İstanbul'da beraberdik. Yaz tatili için Bodrum'a gidiyordu. Ankara'dan aramıştı... - Barlas, Bodrum'a gitmeden önce biraz alaturka söyleyip, dinleyelim. Yarın İstanbul'a geleceğim. Sonra da Bodrum'a geçeceğim, demişti. Ben de Muazzez Abacı'yı ve birkaç saz arkadaşını çağırmıştım bizim eve. O geceden hala kulağımda kalan, Ali Rıfat Çağatay'ın Nihavent Lenkfahde bestesidir. "Zülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuş. Tek zülfün göreydim, bahtım siyah olaydı" Turan Bey'le birlikte Abacı'ya katılıp söylemiştik Lenkfahde'yi. Bir ara, ağzına bir hap attığını gördüm. Kalp ilacıymış. Cebinde de "Trinitrin" varmış. - Aman Turan Bey, yarın doktora gidelim, dedim. Güldü... "Acı patlıcanı kırağı çalmaz" dedi. İki gün sonra, Bodrum yolunda, feribotta kalp krizi geçirip öldüğü haberi geldi. 1982'de, 61 yaşındaydı. Kazancakis'in "Zorba"sındaki İngiliz, çocukken dedesine "ölüm nedir" diye sorar... Dedesi de, "Hani bir topu yere vurunca sıçrar ya... Ölüm, o topun göklere kadar sıçrayıp kaybolmasıdır" diye anlatır. Zorba sahilde sirtaki dansı yaparken, İngiliz sarılıp, durdurur onu. Sıçrarken göklerde kaybolmasın diye.
|