| |
Mayın kalmadı
Türkiye dün sonucu AB'ye uyum paketlerinin tümünün etkisine bedel iki gelişme yaşadı. Yargıtay, 4 eski DEP'li milletvekilinin, yani Leyla Zana ve arkadaşlarınını tahliye ederek, bürokrasinin ama özellikle de yargının uyum yasalarına direndiği iddialarını çürüttü. TRT ise -kimileri "Pandora'nın Kutusu"nun açıldığını söylese de- cumhuriyet tarihinde ilk kez Kürtçe yayın yaparak 80 yıllık korku duvarını yıktı. En önemlisi isabetli bir zamanlamayla AB yolundaki bu son mayınları, Lord Russell gelmeden önce temizledi. Lord Russell, Avrupa Konseyi'nin Türkiye'de siyasal reformların Kürtler'in kültürel haklarında ne ölçüde olumlu gelişmeler sağladığını araştırmakla görevlendirdiği raportör. Bugün-yarın Türkiye'ye gelecek. Programında Güneydoğu'da Kürt kültür merkezleri ve Kürtçe kurslarını, İstanbul'da Kürt Enstitüsü ile Mezopotamya Kültür Merkezi'ni ziyaret var. Ayrıca bölge halkı, yerel yöneticiler, insan hakları ve sivil toplum örgütleri temsilcilerinin de nabzını yoklayacak. Sonra Ankara'ya geçip hükümet üyelerinden uyum paketlerinin hayata geçirilmesinde kaydedilen gelişmelere ilişkin bilgi alacak. Lord Russell'ın ziyareti gerçekten çok önemli. Çünkü Avrupa Komisyonu raporunda Türkiye'nin Kopenhag Kriterleri'ne uyumda geldiği noktayı, doğrudan doğruya onun "Saha gözlemleri"ne dayandıracak. Hapisten iltifata... Lord Russell'ın bir cümlesi, "Türkiye'yi çok değişmiş buldum" ifadesi bile AB Parlamentosu seçimlerinde estirilen Türkiye karşıtı rüzgarların etkisini yok etmeye yetecek. Zaten AB'nin yürütme merkezi Brüksel'deki hava da, Türkiye'yle müzakere masasına oturmayı engelleyecek ya da geciktirecek hiçbir gerekçe kalmadığı yolunda. Tabii, Avrupa'nın yasama meclisi Strasbourg'tan ana dilde yayını "farklı" yönlere çekecek bir talep gelmezse... "Ha gayret, şurada iki sözleşme kaldı, onları da imzalayıverin, olsun bitsin" denilmezse... Ne o sözleşmeler? Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin yıllardır Türkiye raporlarında sözünü ettiği Avrupa Bölgesel ve Azınlık Diller Sözleşmesi ile Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi. Konsey bu sözleşmelerin ilkini 1992'de, di- ğerini de 1995'te kabul etti. Kopenhag Kriterleri'nin kültürel haklara ilişkin hükümleri de onlardan esinlendi. Türkiye ikisine de imza koymadı. Ama sadece Türkiye değil. Örneğin Fransa da yanaşmıyor. Hem de 10 bölgesel ve azınlık dilini seçmeli ders olarak okutmasına rağmen. O kadar ki, konu bir ara kriz boyutlarına kadar dayandı. 1999'da Lionel Jospin hükümeti iki sözleşmeden bölgesel ve azınlık dilleriyle ilgili olanına imza koydu. Yürürlüğe girmesi için Anayasa değişikliği gerekiyordu. Cumhurbaşkanı Chirac, "Fransa'nın egemenliği ve milli beraberliği tehlikeye girecek. Parlamento Anayasa değişikli- ğini yapsa bile veto ederim" diyerek direndi. Hükümetin önemli bir üyesi, İçişleri Bakanı Jean-Pierre Chevenement "Bu sözleşmeyle Fransa'da Balkanlaşma sürecinin başlayacağını" söyleyerek Chirac'a destek verince, Jospin geri adım atmak zorunda kaldı. O nedenle Avrupa Konseyi bu konuda artık daha fazla üstümüze gelmemeli. 10 yıl önce Meclis'te Kürtçe yemin eden milletvekillerinin hapse atıldığı Tükiye'de şimdi bir Başbakan Yardımcısı, Kürtçe "Ez te pir hezdikim" (Seni seviyorum başkan) diye gönül alıyor. Bundan daha köklü bir dönüşüm olur mu?
|