Yaşama Sanatı
Eğlence ve oyun arayışı içindeki İtalyanlar, hayattan tat almayı biliyor
Son zamanlarda "Kaç yıldır İtalya'dasınız?" sorusu ister istemez geçen 17 yılı şöyle bir gözden geçirmeme neden oluyor. Tabii İtalyanlar her zamanki hoşlukları ile "Herhalde çocukken geldiniz" demekten geri kalmıyorlar. İtalya'nın en büyük özelliğinin "hiç değişmemesi" olduğu söylenir. Yani bir 50 ya da 100 yıl sonra İtalyanlar hala kamu işyerlerine, sınıflara, hastanelere, mahkemelere "haç asalım mı, asmayalım mı" diye tartışmaya devam edebilirler. Ben İtalya'yı hep varolmanın dayanılmaz ağırlığını hafifleten bir ülke olarak gördüm. Bu hafifliğin felsefi bir boyutu olduğunu, aslında hayatta ve ayakta kalabilmek için iyi bir yaşam yöntemi olduğunu da düşündüm. Şu İtalyanlara özgü yaşamasını bilme sanatı, sağlıklı bir vurdumduymazlık. Eğlence ve oyun arayışı. Dün de Roma'da Nomentano yolu üzerinde zaman zaman uğradığım bir bara gittim. Benim için sadece bir espresso içilecek bir yer değil bu bar, küçük bir tiyatro. Barmen Luigi işi ile oynayan bir adam. İşini danseder gibi yapıyor. Signor Luigi'nin toz şekerini kavanoza koyuşunu, tezgahı ritmik hareketlerle, dizleri üstünde esneyerek temizleyişini, kahveyi belli belirsiz reverans yaparcasına tezgaha bırakışını dakikalarca izledim. Yüzünden eksilmeyen gülüşü, çocuklarla, gençlerle şarkı, tekerlemelerle konuşup şakalaşması bu minik barda farklı bir atmosfer yaratıyor. Signor Luigi'nin kişisel dramını ise çocuklarla bara uğradığım bir gün öğrendim. Yedi çocuklu köylü babası, son çocuk olan Luigi'yi doğar doğmaz kardeşine hediye etmiş. Yaşamı boyunca anne sevgisini tatmamış bir insanın kendi yaşamına verdiği anlam, bir neşe ve sevgi misyonerliği. Bu benim için İtalyanlar'ın, varolmanın dayanılmaz ağırlığını nasıl hafifletebildiklerine dair bir örnek. Madalyonun bir de öbür yüzü var tabii ki. Sanat ve kültür alanındaki İtalya'ya özgü coşkunun yıllar geçtikçe söndüğünü görmek... Deneysel tiyatronun neredeyse yok olduğunu farketmek. Dante'nin İlahi Komedyası'nı sahneye koyan Federico Tiezzi gibi yönetmenler artık ortada yok. Televizyonla yarışan İtalyan sinemasına baktıkça Fellini, De Sica, Rossellini, Antonioni gibi ustaları hüzünle hatırlamak. Tiyatro ve operanın en çok beslendiği şirin İtalyan kasabalarının kültürel anlamda çölleştiğini görmek. İtalyan Kültür Merkezleri eskiden yurtdışına İtalya'nın en saygın, değerli sanatçılarını götürürlerdi. Geçenlerde Tunus'taki İtalyan Kültür Merkezi'nin Eros Ramozzotti'yi Tunus'a götürmek gibi müthiş bir "kültür operasyonu"na giriştiğini ve milyonlarca lira euro'yu heba ettiğini öğrendim. Ramazzotti hayranları gücenmesin, ama ünlü pop şarkıcısının ticari anlamda devlet desteğine ihtiyacı olduğunu hiç sanmıyorum. Başbakanın elinde gitar havuzbaşlarında şarkı söylediği bir ülkede kültür elçilerinin de popülerleşmesini yadsımamak gerek herhalde.
|