Bağımsız ama bitkin!
Şahsen, şu yazının yazıldığı, parçalı bulutlu-parçalı güneşli bir bahar gününde, "herkes tatil yapsın; gönlünce, imkanınca" derim. Ama konu "adli tatil" olunca, işte neredeyse üç çeyrek asırlık bir mevzu ile bir uygulama var karşımızda. Herkes hemfikir ki, 1927'den beri "adli tatil" olarak uygulanan, kimilerince "adaletin tatili" olarak anlaşılan, "katil tatil anlar mı" denilen 45 günlük süre, "köylülük"ten ötürüdür. Tarım ülkesinde, insanların tam hasat zamanında, kim bilir kaç kilometre uzaklıktaki mahkemelere, kötü yollardan ve elverişsiz araçlarla sürüklenmemesi içindir. Yani, davacı, davalı, tanık bulunamadığı, bulunması ve getirilmesi zor olduğu, işlerinden bırakmamak lazım geldiği için öyledir. Üç çeyrek asır devrilir. Türkiye kentleşmiş, yollar yapılmış, her köye elektrik gelmiştir. Tarım artık "hasat ürünleri"nden de ibaret değildir; resmen, ahalinin yüzde 40'ı hala tarımdan geçiniyor görünse de. Bu kez, kimileri der ki, tamam eski gerekçe ortadan kalkmış, ancak "vatandaşın bulunamaması, getirilememesi, getirilmek istense de keyfinin kaçırılması" artık genel tatil havasından ötürüdür. Yaz sıcağında, vatandaş kendini, imkanınca, yurtdışına, yurdun cennet sahillerine, yazlıklara, yaylalara, en azından bir gölgeye atmakta, "koyduysan bul" olmaktadır.
*** Buna karşılık, o devrin geçtiğini, 45 günlük aranın çok olduğunu, dosyaların, davaların birikmesine yol açtığını savunan kimileri, adli tatilin hepten kaldırılması, tatilin genel değil, bireysel olması gerektiğini söyler. Ve şu andaki ara çözüm çıkar ortaya: 45 gün yerine bir ay, ama adli tatile devam. Elbette beklemeyecek dosyalar, davalar, suçlar, suç isnatları mevcuttur; "nöbetçi adalet" de mevcuttur. Mahkemeler açık diye nasıl "tam ve mükemmel adalet"in garantisi yoksa, adli tatil var diye, "bu kadarcık adalet"in lağvedilmesi de mevzubahis değildir tabii. Asıl adalet daha derinlerde olduğu gibi, "bağımsız yargı"nın dağıttığı adaletin teknik, insani, vicdani, hukuki sorunlarının önemli bölümü de tatile yüklenemez. Bir zamanlar, Batı'daki terim ve mekanlardan da etkilenerek, "Adalet Sarayı" denmek istenen adliyelerin, mahkemelerin ne menem saray olduklarını, en iyi hakimler, savcılar, avukatlar ve evraklar, kayıtlar arasına gömülü adli personel bilir. Girip çıktıysanız, siz de bilirsiniz. Kendinizi mutlaka; kral, sultan değilse bile, "prens, prenses" hissetmişinizdir! O mekanlarda, 70 milyonluk ülkede 8 bin hakim, yılda kişi başına ortalama 2 bin küsur dosyaya bakıp "adalet" dağıtacaktır. Adalet işte böyle darmadağın olur zaten.
*** "Bağımsız yargı"; neredeyse her adli tatil başı ve sonunda "vicdan-cüzdan" metaforuyla gündeme gelmenin, tayinler yürütmenin kontrolündeyken bağımsızlığı tartışılır bir yapının ötesinde... Bir de "sürmenaj, depresyon, bıkkınlık" yüklüdür. "Bağımsız yargı" yorgundur. Bitkindir. "Takatsiz yargı"dır. En korkuncu, adaleti adil dağıtması istenen "insanlar"ın, hayatın kendileri için hiç adil olmadığı duygusuyla bin bir dosyanın arasında kaybolması ve o ruh haliyle cüppesini giyip karşınıza çıkmasıdır. Tatil, biraz teselli, bir nefeslik soluklanma ise, bırakın olsun. Asıl sorun ve asıl çözümlerle asıl adalet başka yerlerde! Önce bizzat adaletin kendisine adalet!
|