Tahakkümle kendi içinde hesaplaşmadan...
Elbette henüz "vasiyet" değil; ama bir gün mezar taşıma bir şey yazılacaksa, "Tahakkümcülerden nefret etti" denmesini isterdim! Onca senelik eğitim,öğrenim, hayal, gerçek, idealler, bilgilenme, eylem ve meslek hayatımdan geriye, bu kadar basit bir cümle. Bazen, sanki tüm yaptıklarım, okuduklarım ve yazdıklarım, işte bu basit "terennüm"ü bir gün öğrenebilmek içindi, diye düşünüyorum. "Ülkenin bağımsızlığı" müfredatından, bireyin bağımsızlığı, gazeteciliğin-gazetecinin bağımsızlığı, kişiliğin, tercihlerin, seçimlerin bağımsızlığına kadar bir yığın laf ve gururun arkasındaki "tahakkümü öğrenmek ve nefret etmek". Öğrenmek tabii! Belki önce vicdanınızla, belki ondan da önce başınıza gelen bir şeyden ötürü, sonra düşünerek, tartarak, eleştirerek, özeleştirilerden geçerek, akıl ve yürekle, öfke ve sükunetle harmanlanan "tefekkür".
*** Gerçekten nedir bunlar diye, vicdan özgürlüğü nedir, inanç, inanmama özgürlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü, kendini geliştirme, bireysel ve kamusal seçimler yapabilme özgürlüğü nedir diye... Boyun eğmeme, direnç gösterme ve boyun eğdirmeme, tahakküme tabi olmama ve tabi kılmama nedir diye. "Tefekkür", nihai ödül "yalnızlaşma"dır, diye fısıldıyor bazen. Her hiyerarşinin, en iyi niyetli halinde bile "tahakküm"e sürüklediğini, her sistemin bir "it ite" silsilesi yarattığını, toplum ve insan hayatlarındaki "büyük dönüşümler"de özünde pekala bir tahakkümden bir diğerine geçilebildiğini, tahakkümün adeta insan ruhunun en derinine işlediğini... İnsanların, tahakküm altında pısarak, tahakküm ettirip pıstırmayı, kıstırmayı öğrendiğini... İşte bunları düşüne öğrene, o "nefret"i büyütürken, samimiyse kişi, dönüp kendine de bakıyor. Kendinizi de yakalıyorsunuz. Öğrenme sürecinin bir parçası! Kendi hayatının, kendi düşüncelerinin, kendi gündelik davranışlarının içinde sırıtan buyrukçuluğu da suçüstü yakalayabilmek. Ve tahakkümden nefretin, her türlü tahakkümü vicdani reddin, ancak üstünüze, statünüze, makamınıza, içinize sinmiş, "fırsat bulduğunda" sızan, azan ve başkalarını boğan dayatmacılık ve tahakkümden de sıyrılmakla... Kendinizi, kendinize karşı da bağımsızlaştırabilmekle mümkün olacağını anlıyorsunuz. Anlayabilirseniz.
*** Adının da en azından vaat ettiği gibi, bir 10 senedir, üç ayrı gazetede, bu "Dipsiz Kuyu", fetva değil, hesaplaşma mecrası oldu. Çok şeyle ama, işte o "tahakkümden nefret"i öğrenebilme çabasındaki kendimle de. "Çok şey", kurulu düzenlerdir, üniformalı-üniformasız buyruk, dayatma, her şeyi bilme makamları ve mevzileridir. İnsan hayatları, tercihleri, umutları, imkânları, bedenleri, kalpleri üstünde tahakkümü, "çok bilmiş" ve şiddeti, ezayı, cezayı da içeren otoriteleriyle kuran herhangi birileridir. Adalet diye haykırırken, adil olmayı beceremeyenler... Özgürlük derken bir mevzuda, başkalarının özgürlüklerini yahut kendi alanlarındaki özgürlük iğdişlerini mesele etmeyenler... Buyrukçuluğa ve kuyrukçuluğa herhangi bir karşı çıkışları, bizzat kendi hayatlarında içten bağımsızlık, özgürlük ilkesinden beslenmeyenlerdir. "Ülkenin sorunları, gerilimleri" denen her konuda da, ikiyüzlülük her yandan sırıtıyor. Siyaset, devlet, üniversite, sivil toplum, medya... Bir yığın dayatmacılığın, hem tahakküm eden hem tahakküm edilmeye teşne süfli aktörlerinin, her "demokrasi, özgürlük, rejim, bağımsızlık, hukuk, birey, tercih, bilim, akıl" deyişlerinde irkiliyorum. "Öğrenme süreci" dediğim bu. Bir taşa yazdırabilmeyi umacak kadar yalın ve belki o taş kadar katı, yalnız ve sonsuz!
|