Kendi kaderine niyet... Kader, kısmet!
Bu yazı Kıbrıs'ta "iki toplum"un, pardon, "iki toplumun seçmen yeterliliğine sahip üyeleri"nin "evet-hayır skoru" belli olmadan yazıldı. Olabilecek en demokratik şekilde, iki halk "kendi kaderlerini tayin" ediyordu; "birbirlerinin kaderi"ni de. Hatta, başka kaderleri de. Kaderci misinizdir, değil misiniz, bilemem. Kadere inanır mısınız... ya da kaderin tayinine? "Kendi kaderini tayin" birkaç yönlü bir kavram. Biri, ulus-devletlerin doğuşuyla yerleşmeye başlayan, sömürgeciliğin çözülmesiyle kurallaşan, uluslararası oyun kuralları arasına giren, "ulusların" yahut "halkların kendi kaderini tayin hakkı." Bir diğeri, liberalizmin bağrında yeşeren ve "herkes kendi kaderini etkileme hakkına sahiptir"de özetlenen temel bireysel hak ve özgürlükler yelpazesi. Fiili ekonomik, sosyal kısıtlamalarla, imkansızlıklar yüzünden ne kadar gerçektir, o bir yana; özünde "yetişkin hakkı". Bir üçüncüsü, psikolojinin, sosyal-psikolojinin, bireyin temel dürtülerine gönderme yapan lehçesi: "Kendi hayatının asli aktörü olabilmek, dış etki ve müdahalelerden bağımsız olarak kendi hayatının niteliğine dair tercihte bulunabilmek ve karar alabilmek." Tabii, "kapasite" sorunu! O yüzden, üçüncüye yapışık dördüncü bağlam, "akli yeterliliği olmayanlar". En demokratik, birey haklarının en oturmuş olduğu ülkelerde bile "kenarda" tutulan, akli yeterliliği olmadığı için, imzadan mirasa, evlilikten seçme hakkına kadar dışlananların, tabii cezai ehliyeti bile bulunmayanların "hakları"na ilişkin: "Kendi kaderini tayin, zihinsel özürlülerin, kendi hayatlarına dair tercih yapabilme, başkalarıyla aynı hak ve sorumluluklara sahip olma ve kendileri adına konuşabilme, kendilerini savunabilme hakkıdır." Bu tanımdan kalkarak, onların da hak kullanabilecekleri ortamın yaratılması, eğitim imkanlarının sağlanması gibi talep ve girişimler mevcut.
***
Bunları, "maksat, malumat olsun" veya "ansiklopedik takılalım" diye aktarmadım. İster ulus, ister halk, ister birey olsun, sözü çok edilen ve kurallaşan, yasalaşan, evrenselleşen "kendi kaderini tayin"in temeli, "müdahalesiz özgürlük hissiyatı"dır. Hak, özgürlüğün tesisinin, kullanılmasının ve korunmasının silahıdır, aracısıdır. Birlikte, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve uluslararası hukuk omurgasını oluşturdukları varsayılır. Lakin, seçimlerle, referandumlarla, BM kararlarıyla, yerel ve uluslararası hukukla fiiliyata geçtiği varsayılan "kendi kaderini tayin", genellikle, asıl kaderin başka koşullarda, bir takım güçlerce tayiniyle "kadersiz" kalır. Elbette tüm "kendi kaderini tayin" mevzuatının varolması, olmamasından çok iyidir. Tarihe, bu açıdan müteşekkiriz! Ama, kendi kaderimizi aldatmayalım. İnananlara göre zaten çok daha üst düzeyde tayin edilen kaderin dışında... İster inanın, isten inanmayın; "yeryüzü tanrıları" kimsenin kaderini pek kendi eline terk etmez! Ne evrensel, ne bölgesel, ne ulusal, ne yerel, ne bireysel. Ne sosyal, ekonomik açılardan... Ne de kendini geliştirme gibi haklar bakımından. Her düzey ve her ortamda, "güç ve güçlüler", yetişkin olma çabasındaki bireylere, halklara, uluslara, çocuk yahut "kaderini tayin edemeyecek geri zekalı" muamelesi yapar, rahat bırakmazlar. Kendi kaderinizi tayin eder gibi olursunuz ve sonra kaderinizin başka yere tayini çıkar! O yüzden, "kendi kaderini tayin", kendinin ötesindeki "kader"le mücadele ve onu tayin edebilme çabasıdır aslında! Havayı iyice değiştirmeden, soluk alamazsınız! Mis gibi narenciye kokulu, Akdeniz dokulu Kıbrıs'ta da.
|