Kuş bakışı, baş dönmesi, kabuk çatlaması
Hadi biraz başımız dönsün! Uçalım, oradan oraya konalım. Bir kuş gibi, bir güvercin, şahin hatta akbaba gibi isterseniz, süzülelim, inelim, fazla kalmayalım, ama döne döne kafamız karışsın. İçimiz bir tuhaf olsun, herkesin içi kendi tuhafı olsun.
Ankara'daki DGM'ye mi uğrasak önce, yoksa Hakkari'de nihayet sayısı bile sayılan, doktorsuzluktan ölen altıncı hastanın yanı başına mı konsak? Bir güvercin gibi meraklı, tedirgin yahut barış barış mı uçsak, şahin şahin mi baksak, akbaba gibi ölümlere pusuya mı yatsak? Siz, istediğiniz olun. İstediğiniz gibi uçun ama oradan oraya bir uçun. Yargı bağımsızdır deyip özünde bağımsız olmadıkları için kaldırılması gereken DGM'ye saygı mı sunsak? Avrupalı'nın yekten "faşist" deyişine alınsak, kızsak mı, ne karışıyorsun mu desek, yoksa "devlet-güvenlik-mahkeme" gibi kavramların bir araya gelişinde, yargıç inisiyatifi ve yorumu dışında, hangi hukuk, hangi demokrasi gibi soruların da mündemiç olduğunu mu düşünsek? "Faşist"i, "faşizm daha öte bir şeydir" diye mi karşılasak, kavram tartışmasına girsek, yoksa birden yine Hakkari'ye mi uçsak? Ölüm nedir, ceza nedir, öfke nedir diye mi düşünsek? DGM gerçekten nedir diye düşünürken, Ada'ya mı süzülsek, "devlet güvenlik timleri" olarak evetleri dövenleri mi düşünsek, düşünüp tekrar Hakkari'ye mi dönsek? Dönerken, bu kez, "peki, faşizan nedir" diye mi kafamızı yorsak? Yorulsak, konsak. Ankara'da bir soluk alsak. Meclis'e girsek. "Terör örgütüne yardım ve yataklık" suçunu iki katına çıkarmaya koyulan milletvekillerine kanat çırpsak. Fakat, içimizdeki kuş kalbi, içimizdeki kuş vicdanı, işte o kuş gibi aklımız dürtse, dese, söylese ki, bu öyle muğlak bir "suç"tur ki, öyle muğlak, öyle gaddar bir suç oldu ki, bir bildiri dağıtan, bir afiş asan nice genç, daha liseliyken, işkencelerde "örgüt üyesi" yapıldı, yardım ve yataklıktan hayatı alındı. Ve bir de iki katı ha; gak desek, guk desek, cik desek? Kuş beyinli mi desek kendimize? Tekrar Hakkari'ye gitsek, bir cenazeye mi katılsak? Örgüte değil, diyalize bağlanamadığı, o gün de, epeydir olduğu gibi, doktor bulunmadığı için ölüme mahkum edilen altıncı kişi için, hocanın ardından "Helal olsun" mu desek? Helal edip tekrar havalansak. İnsanların yüreklerinin içinden geçsek. Her yürekten içimize bir şeyler takılsa. Kalanlarla, çerçöp işte, kuş gibi bir yuva yapsak. Yuvaya vicdanımızı koysak. Kuluçkaya yatsak, sımsıcak yapsak. Vicdanımız kabuğunu gagalasa. Kabuk çatlasa. Kabuğunu kıran bir sürü vicdan olsa. Vicdanlar akıl, akıllar vicdan olsa. Bir tane, bir tane daha olsa. Kuş gibi, çoğalsa, sil baştan oradan oraya uçsa. Bir Ankara'ya, bir Hakkari'ye, bir Meclis'e, bir Kıbrıs'a... Dört dolanıp dursa. Acılardan fışkıranlar ile nefretlerden saçılan şiddetler arasında ayrım yapabilse. Yargıç olabilse, savcı olabilse, mebus olabilse, doktor olabilse... Halk olabilse.
Hadi biraz başınız dönsün. Uçun, oradan oraya konun. Döne döne kafanız karışsın. İçiniz bir tuhaf olsun. Herkesin içi kendi tuhafı olsun!
|