Kahredici biçimde, istila içimize siniyor!
"Pek konuşulmayan gerçek şudur: Irak'ın kanlı istilası hepimizin istila edilmesidir: Nihayetinde; zihinlerimizin, insanlığımızın ve kendi öz saygımızın istilası." Bunları söyleyen bir Avustralyalı. Kendine dünyanın mağdurlarını, mazlumlarını ve adaletsizliklerini de dert edinen ve köşe bucak dolaşıp bunları yazıya, kitaba, sese, filme, belgeye dökmeye çabalayan John Pilger. Kim bilir, belki de sadece Avustralyalılar için söylemiştir!
*** Biz de kendi kendimize söylemeye çalışalım. Oraya Filistin'i de ekleyelim. Ortak zihnimize bakalım: Ortak zihnimizin diplomatik-resmi ifadesi olarak, seçilmiş hükümetin ve devlet denen kamusallığın birimlerine bakalım. Ortak insanlık paydamıza bakalım: Dünyanın en büyük adaletsizlikleri karşısında, en öfke dolu biçiminde bile, kıpırdamadan durabilen insan olma halimize bakalım. Ortak öz-saygımız var mı, hele bir bakalım: Yeryüzünde sadece kendimize saygı talep eden bir "öz-saygı" biçiminin, yanı başımızdaki adaletsizlikler karşısında, boyun eğerek, ses vermeden ne kadar saygın olabileceğine bakalım. Fazla fazla mırın kırın edip geçiştirerek "istila dışı" kalıp kalmadığımıza bir bakalım.
*** Bazen yazıyorum, çokça bekliyorum. Başkaları da yazıyor bazen; okuyanlarla paylaşılıyor. Paylaşanların gönülleri, vicdanları birbirine değiyor. Sonra gün devriliyor. Kendi gündelik dertlerimiz, ne bileyim, "50 yılın diplomatik zaferleri" filan araya karışıyor. Ne bileyim, işte Başbakan Almanya'ya gidiyor, "Avrupa ışığı" bir kez daha parlıyor. Ne bileyim, işte ABD'liler gelip gidiyor, büyükelçisi konuşuyor; komutanlar, silahlarımızın modernizasyonu için "modern-demokratik" devlet maskesinde cinayetler işleyen, toprak gasp eden İsrail'le hiçbir şey yokmuş gibi işleri sürdürüyor. İsrail'in milli gününe iki bakan katılıyor, işte. Hararetle, İstanbul'daki NATO zirvesi bekleniyor. Adına "sivil toplum örgütü" denilen kimileri, istilayı hiç konuşmadan, demokrasi, İslam, Ortadoğu filan terennüm ediyor, işte. ABD Kıbrıs'ın kuzeyine kapı, baca açacak diye seviniliyor, ne bileyim. Afganistan'a asker isteniyor; ya Irak'a da isterse diye hafif mahcup tedirginlik hasıl oluyor, işte. Hayat sürüyor.
Ne derseniz deyin, "istila" devam ediyor, yayılıyor, alıştırıyor, çörekleniyor. Zihnimiz bir türlü vicdan, insanlığımız bir türlü devlet, öz-saygımız bir türlü diploması olamıyor. "Kendi derdine düşmüş" insanlar ve "kendi derdine düşmüş" ve güçlülere kendini beğendirme peşinde bir devlet halinde, ufuk arıyoruz. Bu pis istilanın aktörlerinin yüzüne yüzüne bir şey söyleyemiyoruz. Kendimiz için aradığımız "uluslararası adalet"in, nasıl bir insanlık ve öz-saygı ilkesi üstünde yükselebileceğini umursamıyoruz. Bir türlü, bir ABD'li resmi yetkilinin, bir İsrailli heyetin yüzüne yüzüne "istila"yı haykıramıyoruz. Ürkütmemek adına, zihnimizin, insanlığımızın, öz-saygımızın tutsaklığı perçinleniyor. Sıvışmalar, yılışmalar ve yanaşmalarla "istila"ya teslim oluyoruz. Uyuşuyoruz. Bu iki istilayı resmen lanetlemeden, zihinlerimizin, insanlığımızın, öz-saygımızın istiladan kurtulamayacağı bilincine dair hiç yaprak kıpırdamıyor. Vahşi, aşağılayıcı, yok edici bir adaletsizliğe gözlerimizi, kulaklarımızı kapatarak, "kendimize" adalet, hak ve hukuk, şu dünyada iyi bir yer arayan insanlar olmak, öyle bir hükümet ve devlet olmak, kahredici biçimde içimize siniyor, siniyor, siniyor!
|