Bir ülkenin A. Kaya tarihi
Önadı bile müphem kaldı: "Ali" mi yoksa "Ahmet" mi? Yine de, müteahhit A. Vedat Kaya, hiç kimse farkında olmadan apartmanlar diktikten epey sonra, 2004 yılının Kurban Bayramı'nda Türkiye'nin acılarla dolu hafızasına oturdu. Zümrüt çökmeseydi, böyle bir isim, öyle bir yapı gündemimizde olmayacaktı. Rüşvetin, kayırmacılığın, ahbap çavuşluğun, particiliğin, akrabalığın girip çıktığı belediyelerde imar işleri kovalamaya devam edecek, araziler bulacak, bir kaç daire mukabilinde apartmanlar dikecekti. Başka bir çoklarının yaptığı, yapmaya devam ettiği, yapacağı gibi. Oysa "A... Kaya"nın birden çağrıştırdığı bir garabeti paylaşayım sizinle ve nasıl bir ülkede yaşadığımıza dair, "birbiriyle çok ilgisiz" iki ismin, hayatımızı, yakın tarihimizi nasıl özetlediğini azıcık düşünmeye davet edeyim; zahmet buyurursanız.
*** Sadece şarkı yazan, sazıyla türkü söyleyen ve bir de kimimizi "rahatsız eden" konuşmalar yapabilen bir başka A. Kaya, Ahmet Kaya bu ülkede barındırılmadı. Bu topraklarda yaşatılmadı. Bu topraklarda ölme fırsatı bile bulamadı. Bu toprakların altında bile yatamadı. Bu topraklarda bir mezarı olmadı. Çünkü, söyledikleri, kendince inandıkları, kökeniyle bağlantılı sözleri, şarkıları, protestoları, öfkeleri "çok tehlikeli" bulundu. Bu tür tehlikelere karşı uyanık milletimiz, hep tetikte devletimiz, yıllar boyu tahkim edilmiş, her derde ceza yasalarımız, sayısız kere milli hassasiyetlerimiz vardı. Cinayet işlemiş bir genci, geçtiği yollara hüzünlenerek, duruşunu severek "popstar kahramanı" yapabilen SMS'li kalplerimizden, herhangi bir ölümde dahli bile olmayan o Kaya'ya bir insanlık şefkati çıkamadı. Çünkü devletçe, milletçe, biraz farklı sazı, biraz farklı sözü, biraz farklı sesi olanlardan korkmaya, esas korkunun bunlar olmasına, asıl milli cesaretin onlara karşı patlamasına alıştırılmıştık. Hep sandık ki, asıl tehlike; sazdır, sözdür, türküdür, yazıdır, düşüncedir, kitaptır, eleştiridir, kimliktir, yürüyüştür, protestodur, protesttir.
*** Oysa, devlet parmaklarımız, medya parmaklarımız, eh tabularını, korkularını sevdiğim millet parmaklarımız "tehlike" diye Ahmet Kayalar'ı işaret edip dururken, A. Vedat Kayalar, müteşebbis övgüleriyle toprağı derin kazıyordu. Toprağı derin kazıyor ve taammüden olmasa bile, tefessüh içinde çok katlı mezarlar dikiyorlardı. Devlet adamlarımız, belediye reislerimiz, bataklıkları, çamurları, fay hatlarını da gösterdiler parmaklarıyla: Fabrika dikin, apartman dikin, ona değmiş buna değmemiş dikin, harcı keyfinizce karın, demiri kafanıza göre çakın. Adapazarı'nı oyun, Kocaeli'ni yağmalayın, Gölcük'ü doldurun, Yalova'yı il yapın, Düzce'ye sonra bakın, Bingöl'ü boş verin. "Asıl tehlike, birlik-bütünlüğe kasıt" diye yaşı büyütülenlere idam sehpası kurulan, örgütlenme hakları kısıtlanan, sınırları kapatılan, toprağının kokusu yasaklanan, üniversitesinden aydınlar kovulan, kitapları toplatılan, yazarları içeri tıkılan bir ülkede... Ahmet Kayalar sazıyla, sözüyle yaşayamadı... ölemedi, gömülemedi bile. Lakin A. Vedat Kayalar, girişimci kimlikleriyle, müteahhit karneleri ve imar izinleriyle, sermayeleri ve rantlarıyla, toz betonlarıyla, çürük kolonlarıyla çok yaşadılar, toplu öldürdüler, onlarca insanı enkaza gömdüler. Ve biz, hepimiz değilse de çoğumuz, parmakların gösterdiği tehlikelere bakarken, önümüzdeki çukurları, oturduğumuz çürükleri göremedik bile.
|