'Best-seller' umutlar içinde...
Kitap dünyasında "çok satan-derin yazan" tartışmasından özel olarak hoşlanmam. Kim ne istiyorsa yazar, nasıl yapabiliyorsa pazarlar; aklının, ruhunun, merakının, ilgisinin ve parası ile zamanının ölçüsünde satın alır, okur.
Okumak istediklerim ve okuduklarım nadiren "best-seller" mertebesine yükselmişlerden olsa da.
Tabii ki, şu eşitsizlik-adaletsizlik dünyasında, yayınevi, dağıtım, tanıtım, pazarlama, imaj vesaire gibi imkanlar ile imkansızlıkların, kitapları ve yazarları nasıl ihya edebildiğini yahut nasıl vurduğunu da bilirim. Rahatsız da olurum.
Ama açıkçası, adaletsizlik her ortamda o kadar derindir ki, kitap dünyası o haliyle bile orada cenneti temsil eder.
Çünkü, her kitabın sıfır noktasında, yaratıcılığın rahmine henüz düştüklerinde, ölçüleri değişse bile, akıl, emek, ruh vardır.
Bayağıdır ya da değildir; ama bir şekilde vardır.
*** Bu hafta, vitrin sıralamasına göre, iki "bestseller" okudum: Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun "On Bir Dakika"sı (Çev: Saadet Özen, Can Yay.) ve İsviçreli "İngiliz" Alain de Botton'ın "Felsefenin Tesellisi" Çev: Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yay.).
Daha önceki kitaplarını da okumuştum. Yumuşak, insana odaklanan, gündelik-sıradan olandan insanın mucizelerine doğru naif, hafif, acelesi olmayan yolculuklar diye tanımlayabilirim ortaklıklarını.
Coelho, salt roman yazıyor, ama inceden inceye varoluş felsefesiyle donatarak. de Botton ise genellikle roman kurgusu içinde, gündelik hayat felsefesi yapıyor. Bu kitabı, biraz tersine, geçmişin felsefesini gündelik hayata taşıma, adı gibi ona "teselli" olarak sunma çabasında. Kolayca okunabilir, sevilebilir, yolculuklarına zahmetsizce ortak olunabilir kitaplar.
*** Fakat asıl merakım şu: Bu iki kitap da, Coelho'nunki birinci, diğeri ilk dörtte olmak üzere, en çok satanlar listesinde. Şu anda Türkiye'de satılan (ve umarım okunan) kitaplar arasında "en çok" mertebesinde.
Belki yanılıyorumdur ama, bir kitap "en çok"a, satış koşulları bir yana, satın alanlar açısından şöyle ulaşabiliyor: Genellikle 20-40 yaş arası, diğer kitaplara göre kadın oranının yüksek olduğu, üst-orta ve üst gelir düzeyinden okurların ya da heveslilerin teveccühüyle.
Biri aslında sıradan sayılabilecek bir mevzuda, ama cinsellik, kadın olmak, tatmin, hatta fahişelik ve öte yanda elbet erkek zaafları, açmazları üstünde gidip gelen...
Diğeri ise, Sokrates, Epikuros, Seneca, Montaigne, Schopenhauer, Nietzsche'nin hayatları, düşünceleri ve tavırlarından çıkarak gündelik hayata köprüler üstünde dolaşan...
İki kitap da, okurunu değişmeye, her şeyden önemlisi, açık, samimi, dobra olmaya, bedeniyle, başkalarının bedeniyle, farklı düşünceler, arzular ve hayatlarla barışık yaşamaya, gerektiğinde de bunlar için mücadele etmeye davet ediyor; hepsi o kadar olmasa da.
Şimdi yukarıda tahmini olarak tanımladığım "best-seller" okuru, bir kitabı "çok satan" kılabilen müşteri profili...
Evli, bekar, nişanlı... İşadamı, iş kadını, öğrenimli- gelirli ev hanımı, şirket yöneticisi, yönetici olma umudu taşıyan şirket çalışanı, tabii öyle babalar, anneler ve adayları, üniversite öğrencisi ve benzerleri...
Bu kitapları birer "best-seller" ve "fast-food" hızıyla tüketip öğütüyorlar mı...
Yoksa, hayatlarımızdaki sahteliklerle, şablonlarla, samimiyetsizliklerle, rollerle, statülerle, yalanlarla, numaralarla, şen şakrak acılarla, doyumsuzluklarla, yamuk doyumlarla yüzleşmenin, kendilerini sorgulamanın da "çok satan, kolay okunan, biraz silkeleyen" vesilesi sayıyorlar mı? Sadece merak ediyorum!
Şu hayatta "best-seller" bir umudumuz olabilir mi, diye.
|