Uyuyunca büyümüyorsun ki!
Büyük devlet ile küçük devletin temel farkı şu şekilde tezahür eder Siz onlardan kendinizle ilgili bir şeyler talep edersiniz... Onların sizden talep ettikleri mevzularda, bire bir aynısı olmasa da, çeşitli pozisyonlar alırsınız... Onlar sizden, "sizin yapmanız, çözmeniz gereken" şeyler talep eder... Bütün bu görüşmeler "olumlu" geçerse de, adeta zafer kazanmış olursunuz. Buna karşılık, siz onlardan onlarla ilgili, onların yarattıkları sorunlarla ilgili pek bir şey talep etmezsiniz, edemezsiniz.
*** Misal mi? ABD'den Kuzey Irak'la, Irak'ın bütünlüğüyle ilgili talepleriniz olur... ABD sizden Kıbrıs sorununun çözümünü talep ederken siz de çeşitli pozisyonlar geliştirir, hatta alternatif öneriler getirebilir, tavırlar alabilirsiniz... Ancak, mesela ABD Başkanı ile baş başa iken, (misal bu ya!), Küba'ya, Libya'ya, Suriye'ye, İran'a dönük ambargolarını, yaptırımlarını kaldırmasını isteyemezsiniz. İsrail'in işgal ettiği topraklardan hemen çekilmesi gereğini bile konuşamazsınız. "İşgal" diyemediğiniz için, Irak'ta işgalin bir an önce sona erdirilmesini isteyemez, öyle bir baskıda bulunamazsınız. Ne bileyim, kara mayınlarının sökülmesi, karbon dioksit kusmuğunun azaltılması, uluslararası savaş suçları mahkemesinin kurulması, dış ticaret açığının, bütçe açıklarının sınırlandırılması, ABD'de gözaltı sürelerinin makule çekilmesi, idamın kaldırılması, ayrımcılığın tamamen sona erdirilmesi gibi talepleriniz olmaz, olamaz.
*** Siz de dahil, dünyanın çok yeri böylesi eşitsiz, adaletsiz, mütekabiliyetten uzak, dengesiz bir hale bürünmüşken... Küçük devletseniz, "gerçekçi" ama tıkız ufuklara sahipseniz, sözde vizyon sahibi ama bu anomaliyi doğal kabul edenlerdenseniz... Yukarıdaki dengesiz, tuhaf ilişki size normal gelir. Oysa, ciddi bir yamukluktur bu.
*** Faşizme karşı demokratik-kapitalizm ile komünizmin ortak mücadelesinin üstünde yeniden dizayn edilen Avrupa ve dünya manzarasının içinden doğan Birleşmiş Milletler, "ulusların demokratik forumu" olarak cilalanmıştı. Ama başından itibaren bütün tasarım, bu demokratik hayalin kontrolü, ona tahakküm edilmesi, eşitlikçi genel kurulun hiçbir iradesinin olmaması için yapıldı. "Kapitalist-demokrasi" ile "sözde komünizm", askeri-teknolojik-finans güçleriyle, aralarındaki güç dengeleriyle belirleyebilecekleri bir dünya tasarımında birleştiler. Bugün kutsanan "demokrasi", açtığı tüm olumlu ufuklara rağmen, ülkeler arası ilişkiler söz konusu olunca, eşitsizliğin ve tahakkümün "gerçekçi" sayıldığı noktada özünü kuruttu. Bunda, elbette BM üyesi onca devletin bizzat kendilerinin demokrasiden bihaberliğinin de rolü vardı ama, "demokrasiyi idrak etmiş olanlar" da öyle bir demokrasi perspektifini hiç istemedi ki. Düşünün ki, hala 2. Dünya Savaşı'nın galip büyüklerinin (ve büyük Çin'in) veto hakkına sahip olduğu bir "uluslararası demokrasi" kurumu söz konusu. Ve düşünün ki, karşınızda, o anti-demokratik yapının demokrasisini, uluslararası hukukunu bile işine gelmediğinde tanımayan bir "büyük" var. Hiç de gurur duyulmayacak bir dünyada, bu adaletsizliğin içinden nasıl bir gurur çıkarıyoruz, anlamıyorum!
*** Bir tek şu var: Başbakan oraya, kendisi ne istemiş olursa olsun; halkı, savaşı ve işgali reddeden, parlamentosu ise dayatılmış bir tezkereyi kabul etmeyebilen bir ülkenin lideri olarak gitti. Ve demokratik-bağımsız gurur olması gereken o durum bile, sanki utanılası, tamir edilesi, unutulası bir ayıp gibi sunuluyor!
|