Tartışmaya duhul ne haddime!
Bu gazetede yazıyorsam, okurum da aynı zamanda. Gazetenin dört (yoksa üç mü?) köşesinden tartışmayı ilgiyle izliyorum. Tartışma, yanlış anlamadıysam, popüler TV programları ve oralardan evlere sızan kıymetli şahsiyetler üstüne. Tabii, kısaca "popüler kültür" üstüne de diyebiliriz, ama demeyeyim. Altından kalkamayacağım kavramlara parmağımı bile sokmayayım. Şimdi, az cüretle özetlemeye çalışırsam.. Bir tez diyor ki, "Hayatta daha önemli meseleler var..." Diğer tez, dolayısıyla öncekinin antifrizi, yani antitezi oluyor... "Hadi oradan. Bunları izlemeyen halktan kopar. Bunları izlemeyene aydın denmez. Bunları izleyerek toplum anlaşılır" diyor. Sanırım yaş ilerledikçe oportünist oluyor insan; bu yüzden böyle kendinden emin tezler ve antiler gördüğüm zaman haddimi bilirim. Ne birine ne ötekine yanaşır, ortada durmaya, her ikisine de "haklısınız" demeye gayret ederim. Derim, duymazlar, o başka. Bir de "haksız değilsiniz" demeyi denerim. Belki onu duyarlar. "Bu yavşamayı nereden öğrendin?" diye kaba bir sual edecek olursanız, 20 küsur yıldır bu meslekte edindiğimiz görgü ve deneyimden habersiz olduğunuzu şıppadanak anlarım.
*** Mevzuya dönersek, tabii tartışmaya müdahillik gibi olmasın ama, şöyle desem idare etmiş olur muyum: "Valla azizim, herkes ne istiyorsa izlesin, herkes ne istiyorsa yazsın, herkes toplumu ne tarafından tanımak, halkıyla neresinden kucaklaşmak isterse kucaklaşsın." "İdare-i maslahat" deyip geçmeyin. Naçizane bu zaviyem, tam anlamıyla demokratik, bir sürü manasıyla da sosyaldir. Demokratiktir, çünkü herkesin seçme, izleme, yazma, beğenme, dilediğince vakit ve yazı öldürme hakkına işaret eder. Peki neden sosyaldir? Zorlanmayın, söyleyeyim: Çünkü "halkla kucaklaşma" vardır. Seçkin televizyon programları üstünden halkla kucaklaşma, sıkı bir samimiyet olup aynı zamanda sterildir. Ter kokmaz, ağız kokmaz, mis gibidir. Bire bir kucaklaşmamış olursunuz. Sadece halkın sevdiği o programı ya da diziyi veya müsabakayı kucaklarsınız. Böylece, tek tek Ahmet Bey'i, Fatma Hanım'ı, Ayşe kızı, Memet delikanlıyı kucaklayıp şapır şupur öpmek, elinizi, yanağınızı filan kaptırmak yerine, şöyle cümbür cemaat halkı kucaklarsınız. Halk kucaklamanızı nereden anlar? Televizyonuna dudak iziniz düştüğü, ekrandan kollarınız fırlayıp boynuna dolandığı için mi? Ne ilgisi var yani! Halk olsanız bilirsiniz. Yine ben söyleyeyim: Ertesi gün yazdığınızda. Dönüp yine yazdığınızda. Der ki, "İşte, aydın dediğin bele olur! Tam gerektiğinde mertçe tavır alır."
*** Hakikaten, bu halkına koşan programları hiç ama hiç izlememeyi, hiç izlememiş olmayı, izleyenleri kafadan küçümsemeyi asla anlayamam. Bu yüzden antifrize daha mı yakın ne dururum sanki galiba! Fakat şuna da kafam basmaz, her ne kadar açık etmesem de: Yahu, insan ömrü, Allah ne kadar geçinden de verse, sayılı gün. Gün desen, brüt 24 saat, ekran başı için kalır net üç, dört saat. Bir anlarım, iki, üç anlarım ama, o net sürenin handiyse her anını, şu halkına kurban sütunların nerdeyse her satırını Tivi içinden bade bade süzülerek halkıyla kucaklaşmaya tahsis eden, ne zaman vakit bulur da aydınlanır, aydınlatır? Vallahi bravo! İşte bu enerjiye hiç yetişemem. O yüzden, elimde mızmız, halkından kopuk, gerçeklerden uzak, huysuz, sevimsiz mevzular ile kara kuru yazılar ve başa bela tavırlar kalır. Öyle ot gibi geldik ot gibi gideceğiz işte!
NOT: Bu hüzünle bir süre asla yazı yazamam, diyecektim, sahi sanırlar diye korktum. Yine de izninizle bir süre Dipsiz Kuyu kapalı. Haftaya, mutlu anları çok, daha umutlu bir yılı şurasından burasından paylaşmak üzere.
|