Vicdan fıtığının derin acısı
Bir haftalık aradan sonra... Takvim bir yıl atıvermiş, bu "ilerleme"yi vesile sayan Ertuğrul Özkök de "yeni gazetecilik" derslerine başlayıvermiş. Özkök, Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu isimlerini özenle seçerek, tabii onlara derin saygı ileterek, ama bir omuz darbesiyle de itekleyerek "eski gazetecilik"in cenazesini kaldırmaya soyunuyor. Gençlerin bu iki "gazeteci"yi örnek almasını çağdışı buluyor, "nostaljik patinaj" sayıyor. Haklı olduğu nokta, gazeteciliğin de değişimlere açık olma, hatta önden gidebilme zorunluluğu. "Değişim"in içini doldururken ise, kendi dolmasını yapıyor. Kendini kuramlaştırıyor. Kendini "idealize" ediyor. Kendince put kırarak, kendi sakat gazetecilik anlayışını "değişim" ayağına meşrulaştırmaya çabalıyor. Elbette onu da model alanlar vardır; var zaten. Ama vicdanı henüz diri olanların, kirden, çamurdan tiksinenlerin, gençlerin, "başka bir gazetecilik"i önemseyip Özkök'ün gerçekten en üst temsilcisi olduğu zihniyet ve icraata öfkelenmesini hazmedemiyor. Bu bir acı. İç acıması. Türkiye'nin en büyük gazetelerinden birini, iki ayrı patron döneminde, hem müesseseyi sattıran hem satın alınan yönetmen olarak yıllarca yönetmesine rağmen, bir gün geride kalacak "nam"adına içi sızlıyor.
*** Emin Çölaşan da aynı gün cevap vermiş Özkök'e. Yakından tanıdığı İpekçi ve Mumcu'ya, gazeteciliklerine sahip çıkarak, isim vermeden "köşe kapmış genel yayın yönetmeni, Ankara temsilcisi olmuş iş takipçileri, patronları ve kendileri adına iş bitirip köşeyi dönenler, yalakalar, dönekler, mütareke basını özentisi, her devrin adamı gazeteciler" i anıyor. Kendi açısından "dolu dolu" öfkeli. Ama eksik. "Ertuğrul Özkök'e yanıt" bizzat Özkök'ün gazetecilik zihniyetine açıkça çarpmadan hep eksik.. Tabii eğer, "Genel yayın yönetmeni, Ankara temsilcisi olmuş iş takipçileri"nden kasıt Özkök değilse.
*** Mesele iş takibinden de ibaret değil. Mesele, İpekçi ya da Mumcu'nun öldürülmemiş olsalardı ne yapabileceklerinden de ibaret değil. Asıl mesele, "vicdanını yitirmiş", toplumun çoğunluğuyla, somut hak ve özgürlüklerle akıl, fikir, duygu bağlarını zedelemiş, koparma noktasına getirmiş bir "sarı gazetecilik" türünün, "başarı, değişim, trend, moda" ambalajlarında pazarlanması. O yüzden, aslında olumlu bir gelişme sayılması gereken "ilkeler" de havada kalmaya mahkum. Çünkü o ilkelerin vicdanı yok. Başta kendisininki olmak üzere, siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal, uluslararası her türlü güce tapınmaya adanmış bu gazeteciliğin vicdanı yok. Vicdandan "salt acıma"yı ya da "vefa"yı kastetmiyorum elbette. Mesela, gerek İpekçi gerek Mumcu ailesine (hâlâ) en çok sahip çıkanlardan biri Aydın Doğan'dır. Ancak; eğilmeyen, bükülmeyen, adeta saflıkla kamusal vicdan ile kendisininkini buluşturmaya, her türlü gücün dayatma ya da kafalama girişimlerine inat, gazeteci bağımsızlığına, haber ve eleştiri özgürlüğüne titizlenenlere karşı... "Özkök gazeteciliği"ni, Özkök'ü bile bir insan olarak yamulta yumulta model kılabilen bir vicdan(sızlık)dan söz ediyorum. "Nostaljik patinaj yapanlar", kaygan da olsa, en azından bir "zemin"e basıyor. Vicdanını çamura gömenlerin ise elleri yapış yapış, ayaklarının altı vıcık vıcık; o balçıkta omurga filan hak getire! Omurga harabesinin "vicdan fıtığı" acı veriyor. "Gazetecilik vicdanı"na öfke o yüzden. Her bi şey olup da bir türlü "kamusal itibar" kazanamamanın kronik fıtığı!
|