Bazen mesele çok basittir!
Tabii ki Kıbrıs meselesi basit değil, ama Kıbrıslı gazeteci Metin Münir'in Radikal'de Neşe Düzel'in sorularına cevap verirken... "Kıbrıs'ta bazı gazetecilere, politikacılara, diplomatlara ve profesörlere Rum malı verildi" demesi, bu tür kişilerin Kıbrıs üstüne eylemlerinde, sözlerinde ve ağırlıklarında bu tür bir "mülkiyet bağı"nın da bulunması bize bir basitliği gösterir. O da şudur: Burada, orada ya da dünyanın herhangi bir yerinde, düşüncelerini "özgürmüş" gibi ifade eden... Tavırlarını "bağımsızmış" gibi alan... Yaptıklarını özgürce ve bağımsız olarak "yaparmış", yazdıklarını özgürce ve bağımsız "yazarmış" sandıklarımız, menfaat ilişkilerinden bağımsız, mülkiyet ilişkilerinden özgür olmayabiliyor. Bu kadar basit işte!
*** Kafalarında nice derin düşünceler aradığımız... Yüreklerinde nice titremeler umduğumuz... Tavırlarında nice akıl varsaydığımız... Sözlerinde nice inci keşfettiğimiz... Yazdıklarında nice bilgiye tosladığımız... Vicdanlarında nice sızı beklediğimiz... Yaptıklarında nice keramet bulduğumuz birileri... Basit bir şekilde; ceplerinden, mülklerinden, menfaatlarından, ihtiraslarından, zevklerinden, dostluklarından, statülerinden, statükolarından filan, ne bağımsız, ne özgür kalabiliyor... Ayakları kazığa bağlı, kafaları prangalı, vicdanları, akılları ve dilleri kapılara, tapulara, masalara, kasalara kilitli-düğümlü konuşuyor, araştırıyor, yazıyor, çiziyor, plan, program, politika, diplomasi, ekonomi, köşe, haber, ekran yapıyor. Bu kadar basit işte! Arkalarında oturmuş dünya görüşleri, önlerinde düşünülmüş taşınılmış vizyon aradığımız kimileri, toplumların, halkların, ülkenin, dünyanın kaderiyle bu bağımlılıkları, o zaafları ile oynayabiliyor.
***
Mesele, Kıbrıs'ta kime sorsanız dillendirebileceği bu "mülklendirme, dinlendirme, eğlendirme" ilişkisi değil ki. Orası muhtemelen, bu çirkin dünyanın bir "mikrokozmos"u, bir "minyatürk"ü, bir "maskot" u. Burada, bu vatanda; bilgi, demeç, haber, yorum, ekonomik doğru, mali gereklilik, piyasa şartları, siyaset, gazetecilik, sivil toplum vesaire adına... Ciddi ciddi tavırlarla, çok bilmiş ifadelerle, kimi ağırbaşlı, kimi bağıra çağıra, toplumun üstünde ve halka rağmen atıp tutulanların ve atıp tutanların çoğunda da, "paranın, mülkiyetin, menfaatın izini sürün", benzer adaların kıyılarına çarpıp durursunuz. Küçük insani şaşkınlıklarla, ihtiyaçlarla, beklentilerle, korunma ve güvence telaşıyla yüreğimizin, vicdanımızın kolayca çanak tutabildiği bu "kimseye zararsız zaaflar", büyükçe makamların, ağır unvanların, iri kıyım ahkamların yörüngesinde, toplumun aklına, ülkenin geleceğine saldırıp durur. Bu kadar basittir işte ve taktığı maskelerle öyle karmaşık görünür ki, toplumsal vicdanı kemiren bir kuşku var olsa bile, başa çıkamaz, boş verir, unutur, pes eder.
***
Demokrasilerde, toplum ve vatandaş bu ahvalin tercümesini öncelikle iki kurumdan, politika-parlamento ile medyadan bekler. Ve bekleyip durur. Birkaç nokta atışın dışında da, daha çoook bekler! Mesele aslında çok basittir, lakin bir o kadar da bayağıdır. Bayağılık çok yana sinmiş, sıradanlaşmış, normalleşmiş, pisliğin özünü kazınamayacak denli kalın kabuklara sarmıştır.
|