kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
14 Mart 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Fuat’ın yeni albümü iki hafta önce çıktı; ilk basılanlar tükenmiş; 37 yaşındaki rapçi "Şile’de balıkçılık yapmıştım, ağları çekerken, bereketi kaçar diye kaç tane balık olduğu sayılmaz. İstif edildikten sonra sayılır. O yüzden ben de şimdi satış rakamlarına bakmıyorum," diyor.

Yazdığım sözler, Dali'nin resimleri gibi

Ece Koşal
13.03.2009
Almanya'da onlarca şarkı yaptı, yüzlerce konser verdi. Sonra bir gün bıçak kemiğe dayandı ve Türkiye'ye dönmeye karar verdi. Şimdi kalbini ortaya koyduğu, Türkiye'de çıkardığı ikinci albümü Kalbüm'le 'savaş'ına devam ediyor..
Berlin'in, New York'un veya Paris'in, her şehrin kendine özgü bir rap tarzı, kültürü oluşmuş durumda. İstanbul da son yıllarda bunların arasında kendine yer açma gayretinde. Üç buçuk yıl aradan sonra Türkiye'deki ikinci albümünü çıkaran Fuat, bu ortam içinde sanki kanıyla, canıyla 'savaş' veriyor. Albümün adını Kalbüm olarak seçmesi de bunun bir göstergesi olmalı. Kalbini ortaya koyarak bu albümü yapmış, ama bu süreç de hiç kolay geçmemiş: "Türkiye'de beni tatmin edecek teknik düzeyde bir yer bulamadım; burada her şey zor. Bundan önce Almanya'da müzik yapıyordum ve yılda en az iki albüm çıkarıyordum. Ama Türkiye'ye gelince aralar uzadı. Şunu söylemeliyim ki, bu kadar ara vermem benim için çok iyi ve verimli oldu. O kadar efor sarf etmiştim ki, 'Bir duralım, bakalım ne olacak?' dedim." Ne olmuş? Kesinlikle çok agresif bir albüm olmuş. Ne de olsa Fuat'ın bu üç buçuk yıl içinde sadece yapmak istedikleri değil, siniri de birikmiş. Ayrıca sözler üzerine çok düşünüldüğü belli. Eskiden metroda, otobüste, her yerde ve devamlı şarkı sözleri yazarmış; bu ara, daha çok düşünerek yazmasını sağlamış. Sadece düşünmüş; neredeyse hiç müzik dinlememiş, böylece kendi sound'unu yaratmaya çalışmış. Her şeye rağmen Türkiye'deki genel tekel mentalitesinin her alanda olduğu gibi rap piyasasında da kendini göstermesinden şikâyetçi: "Türkçe rap'in gelişebilmesi için somut şeylere ihtiyaç var. Paran varsa iyi bir stüdyo kurarsın, iyi bir stüdyo kurarsan iyi bir sound yakalarsın. Bizim internetten indirilmemeye ihtiyacımız var. Bizi sevdiklerini söyleyenler de şarkılarımızı internetten indiriyor. Memlekette hep bir kulvar, birkaç kişinin elinde, oraya girmek imkânsız. Ben hep kendi yağımda kavrulmayı seçtim." Yine de Fuat, Türkçe rap'in geleceğinden umutlu. "Çoğu çok akıllı, yetenekli," diyor. Konserlerinin sonunda o kadar çok demo veren oluyormuş ki, "Bana demonu verme, karnım tok," diye söz yazmış. Fuat, rap müziğin gençler için bir arınma yolu olduğunu da anlatıyor: "Bu ülkede savaşlar oldu, ambargolar oldu, terör oldu, patlamalar oldu, derin devlet oldu, sağcı-solcu kavgalarında 600 bin üniversiteli genç öldü. Çok acılar yaşadık; bu acılar nesilden nesile yansıdı. Türk rap'ine baktığımda dertli bir gençlik görüyorum. Ama bu derdini paylaştığı için hafifleme durumu var. Bu onları psikolojik olarak rahatlatıyor." Geçtiğimiz aylarda Rapstar yarışmasında jüri üyeliği de yapmış olan Fuat'ın Kalbüm'ünü dinlediğinizde kendinizi bir saldırının orta yerinde buluyorsunuz. Bu duyguyu Fuat şöyle açıklıyor: "Rapin özünde şunu söyleme ihtiyacı var: 'Hey ben iyiyim, sen kötüsün!' Bu bir tür savaş. Ben daha çok evrensel yazmaya çalışıyorum. Kişilerin ismini vermek, onlara pirim vermek oluyor. Benim en çok zevk aldığım şey bu, yarışmak." Rap atışmasını (battle) ise şöyle anlatıyor: "Türkiye'de bu olimpik düşünce bir türlü kabul edilemedi. Herkes kendine göre kral. Herkesin bir dokunulmazlığı var. Sahneye çıkıp kozlarını paylaşacaksın; karşındaki sana küfür de etse, kendine hâkim olacaksın, ona aklınla cevap vereceksin. Bu bir boks karşılaşması gibi. Boksörler birbirlerinin ağzını burnunu kırar, maç bittikten sonra sarılır giderler. Bizimkisi de bunun farklı bir türü. Benim tarzım ise 'enformatik saldırı'. Hem arada bilgilendirmeye çalışıp hem de karşımdakiyle bir şeyler paylaşmaya çalışıyorum. Ben saçma sapan sorular sormam; 'Neden hortumcular Meclis'e girdi?' demem. Onun öyle bir resmederim ki, herkes kendine göre bir şey anlar. Salvador Dali'nin çizdikleri gibi benim söylediklerim. Bu, kendimi Tanrı'ya en yakın hissettiğim an. Düşüncelerini, kayıt odasında somutlaştırdıktan sonra onları CD'ye basıp başkasına dinletebiliyorsun. Yoktan yapıyorsun, bundan daha somut bir şey yok."
Haberin fotoğrafları