kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Ağustos 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Taşlar ve kurbağalar

Türkiye'nin sadece siyasal değil toplumsal planda da en önemli ihtiyacı yeni bir toplum sözleşmesidir. Bu kavramın gündelik dildeki karşılığı anayasadır. Bugüne kadar yapılan anayasalar ve onu hazırlayan tarihimiz, kabul edelim ki, kendi, siyasal modernleşme tarihimizden kaynaklanan olumlu-olumsuz özelliklere sahiptir. Biraz onlara değinmek istiyorum.

Aydınların onuru
Anayasacılık (meşrutiyet ) tarihimiz geçmişimizin en 'şanlı' sayfaları arasındadır ve bunun onuru aydınlarımıza aittir. Bugün düşünce haritalarının ayrıntılarını henüz yeteri kadar bilmediğimiz Tanzimat Reformcuları 'toplum sözleşmesi' kavramının, muğlak da olsa, farkındaydı. Dolayısıyla,'anayasa' derken yeni bir toplum ve insan tanımı da yapıyorlardı. Kaldı ki, 1839 Tanzimatını hazırlayan süreç Batı'nın burjuva tarihinin yüzyıllar içinde öne çıkardığı bir dizi 'yeni' kavramı Türkiye'ye ithal çabasındaydı. Sivil toplum, kamusalözel alan, egemenlik gibi oluşumlar o dönemde kendini gösteriyordu ve sosyolojik olarak hazırlanışlarında aydınların oynadığı rol inkar edilemezdi.
Burada bir ayrıntıya değinelim.

Hepsi 'ithal' mi?
Tanzimat dönemi düşünce adamlarının görüşlerini hazırlayan dinamikler üstadımız Prof. Şerif Mardin'in Genç Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu isimli çığır açıcı kitabındadır. Ne var ki, kitabın yeterince anlaşıldığını söylemek bana göre çok zor. Çünkü, Mardin'in o kitapta öne sürdüğü tez Tanzimat ve sonrası modernleşme misyonları konusundaki görüşlere karşı çok önemli bir eleştiridir.
Tanzimat ve onunla başlayan 'yenileşme' dönemi konusunda Ziya GökalpYahya Kemal eliyle yerleştirilen, daha sonra Kemal Tahir, Cemil Meriç, Attila İlhan gibi düşünürler, yazarlar eliyle bugüne aktarılan düşünce malumdur: Tanzimat bütünüyle taklide dayalı bir ithaldir. Tanzimatın 'yerli' değil 'yabancı' kaynaklı, kökenli olduğu, toplumla bütünleşmediği iddiası bu görüşlerin omurgasıdır.
Mardin'in kitabında ve bu konuyla ilgili diğer çalışmalarında buna şimdilik ( Prof. Şükrü Hanioğlu'nun çalışmalarıyla birlikte) en ciddi cevap verilir. Mardin'e göre sadece ithalle, aktarmayla (transfer) böyle bir sürecin yaratılması olanaksızdır. Tanzimat'ı ve sonrasını hazırlayan bir dizi 'yerli', içsel dinamik mevcuttur. Tabii ki, yabancı kaynaklı etkilenmeler söz konusudur. Mardin'in kitabı bu etkileri bugün de aşılamamış bir biçimde ortaya koyar. Ama ana unsur yerli oluşumların itici gücüdür!

Temel yasa-temel sorun
Buna mukabil anayasacılığımızın çok ciddi iki büyük sorunu vardır.
Bunların ilki, anayasalarımızın özel koşullarda yapılmasıdır. Belki bütün toplumların kurucu yasaları için bu geçerlidir. (Nitekim, 1924 anayasasının adı bugünkü deyişle Ana Örgüt Yasası Teşkilatı Esasiye Kanunu'dur. Buna mukabil 1839'da Ana Yasa Kanunu Esasi denmiştir.) Ne var ki, toplumlar zamanla o yasalarını değiştirme ve 'sivilleştirme' fırsatını bulmuştur. Bu bizde bugüne değin olmadı . İkincisi, bizim anayasalarımız daima bir kurucu elit (seçkinler) tarafından yazılmış ve hazırlanmıştır. Söz konusu kurucu seçkinlerin devlet merkezli bir bakış açısına sahip olması, 1906 sonrasında ise en ciddi müttefiklerinin ordu olması, gerek modernleşmemizin çatlama noktasını meydana getirmiş, gerekse anayasaları yeterince sivil olmaktan uzaklaştırmıştır. Demokratik olduğu söylenen, belli nedenlerle de gerçekten öyle bir özellik taşıyan 1961 anayasası dahi, kesin olarak devlet merkezli ve önceliklidir . 1981 'restorasyon anayasası' ise tartışmadan dahi uzaktır, bu açıdan.
Şimdi yeni bir anayasa hazırlanıyor. Bu ertelenemez ihtiyacın uygulanması sırasında yapılması gereken en önemli şey, referandum gibi şekil şartlarının ötesinde, mümkün olan en geniş katılımı ve daha da hayati olanı tartışmayı sağlamaktır. İkincisi, bu anayasanın klasik demokrasi ilkeleriyle yetinmeyip onun ötesine geçen bir mantığı taşımasıdır.
Atılan taş ürkütülen kurbağaya değmeli!