kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Ağustos 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Yine o tartışma

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Meclis'te yaptığı konuşma, sık sık tazelenen bir tartışmayı yeniden alevlendirdi.
Önce konuşmanın o bölümünü hatırlatalım: "Cumhuriyetimizin temel niteliklerinden olan laiklik, bir hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasi içerisinde farklı hayat tarzları için özgürleştirici bir model olduğu kadar, bir sosyal barış kuralıdır da. Yalnız bu kadar da değil; hemen her toplumda zaman zaman baş gösteren çatışma ve kavga unsurlarını daha baştan ortadan kaldırmanın en kestirme yolu da yine laiklik ilkesine bağlılıktır. İçinde yer aldığımız coğrafyaya özgü gerçekleri ve hassasiyetleri düşündüğümüzde, din ve vicdan özgürlüğünü de içinde barındıran laiklik ilkesinin değerini daha iyi kavramış oluruz."
Tartışmayı fitilleyenlere göre, Gül, bu sözleriyle laikliği yeniden tanımladı. Doğru mu? Bizce değil.
Öncelikle Gül "Anayasa'ya bağlı kalacağına" ant içtiğine ve Anayasa'nın 24'üncü maddesinde "Laiklik" tanımlandığına göre, o çerçevenin dışına çıkamaz. Çıkması, yeminini çiğnemek olur ki, bu da meşruiyet tartışmalarının yolunu açar.
İkincisi, Anayasa'daki ifade edilen laikliğin unsurları, bu alanda tek otorite olan Anayasa Mahkemesi'nce 4 maddede sayıldı: "Dinin devlet işlerinde egemen olmaması, dini inançların ayrım gözetilmeksizin ve sınırsız özgürlükle Anayasa güvencesine alınması, dinin kötüye kullanımının ve sömürülmesinin yasaklanması, devlete dini özgürlükleri denetleme yetkisinin tanınması."
Elbette herkes bu unsurların hepsiyle mutabık olmak zorunda değil ama yeni bir "İçtihat"a kadar uymak zorunda.
Yani Gül'ün konuşmasından Anayasa Mahkemesi'nce "Zapturapt"a alınmış unsurlara yenilerinin eklenmesi sonucunu çıkarmak da hukuken doğru değil.

Hiç de yeni bir söylem değil
Peki, bu durumda Cumhurbaşkanı'nın sözleri ne anlama geliyor? Bizce Gül, laikliğin 4 sonucunu ya da 4 işlevini irdeledi: Bireyleri özgürleştirmesi, sosyal barışı sağlaması, çatışma nedenlerini ortadan kaldırması, din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye alması.
10'uncu Cumhurbaşkanı Sezer, "Anayasamızda laikliğin işlevsel tanımı yapılmıştır" demiyor muydu; halefi de kendi bakış açısından işlevsel sonuçlarını anlatıyor.
Üstelik onun için yeni bir söylem de değil bu; konunun gündeme geldiği her platformda görüşünü hep ama hep aynı cümlelerle tekrarladı. Merak edenler, Dışişleri Bakanlığı'nın Gül'ün konuşmalarını derlediği kitaba başvurabilir.
Ayrıca, Gül'ün artık ilişiği kesilen partisinin programında da laikliğin erdemi aynı bakış açısıyla vurgulandı: "Laiklik, özgürlük ve toplumsal barış ilkesidir."
Başbakan Erdoğan da hep bu bakışla uyumlu değerlendirmeler yaptı: "Din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün ifadesi olan laiklik, farklı inançların hoşgörüyle bir arada yaşamasının teminatıdır."
Kısacası Gül ve bugüne kadar birlikte yürüdüğü arkadaşları, her zaman laikliğin "Özgürleştirici" yönüne önem verdiler, vurgu yaptılar.
Bunu "Laiklik"ten çok devletin inançlara ve ibadetlere asla karışmamasına dayalı "Sekülarizm"e yakın bulabilirsiniz. Bulan da çok. Zaten her fırsatta (Laikliğin kabulünün yıldönümü törenleri, adli yıl başında yüksek yargıdaki toplantılar, cumhurbaşkanının Meclis'te yasama yılını açış konuşmaları, 23 Nisan, 19 Mayıs ve 29 Ekim etkinlikleri) tartışmanın alevlenmesinin nedeni de bu.
Bizce bu tartışmaların sakıncası yok. Nihayetinde, Anayasa'daki tanım herkesi bağlıyor.
Tartışılsın; yeter ki laiklik ne istismarın aracı yapılsın, ne de zulmün.