kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 11 Ağustos 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ölen kim?

Ankara'daki Fransız Kültür Merkezi'nde sürekli Fransız sineması gösterilirdi. Ne hikmetse bir hafta onun iki filmi (unutulmaz L'Avventura ile L'Eclipse ) art arda 'oynatıldı'. Henüz orta okuldaydım ve büyülenmiştim. Michalengelo Antonioni yoldaşlarım arasına girmişti. Uzun bir aradan sonra önce Kızıl Çöl'ü gördüm. Hayrandım. Nihayet
Yolcu geldi. Filmden çıkıp hemen izleyen ilk seansa bilet almıştım (2.5 lira). Tüm büyük sanatçılar gibi onun da varoluş dediğimiz gizemle bir hesabı vardı. Cinayeti Gördüm ( Blow Up) ise o gün bu gündür bir 'kült' film. Ama ötekileri unutmak kabil mi?

Sinema ölümlüdür
Antonioni'nin ölümü ardından bunları anımsadımsa da asıl sinemanın kaderini düşündüm. Ustalar ustası Bergman'ın kara haberi de gelmişti. Bu yıkım bana sinemanın ölümlülüğünü ayrımsatıyordu. O iki ustanın bazı yapıtlarını derhal bir daha izlerken fark ediyordum ki , 20. yüzyıl sanatı sinema 21. yüzyıla ya kalmayacak ya da çok değişerek akacaktır . Bir 'sinema delisi' için bu yargıda bulunmak çok zor. Ama sanırım gerçek. Ne demek istediğimi şöyle açıklayayım.

Bir dersin öğrettiği
Bu yıl üniversitede beni çok yoran ama çok zevkli, ilginç ve üretken bir ders verdim: Sinemanın Büyük Yapıtları. Zaten diğerlerinden çok farklı olan bizim üniversitede ( Sabancı Üniversitesi ) böyle bir grup ders var. Öğrenciler belli sanat-kültür alanlarında (müzik, edebiyat, sanat tarihi) seçilmiş belli yapıtları okuyorlar bu derslerde. Sinema için büyük bir talep vardı. Nihayet açtık dersi.
'Tematik' bir şekilde düzenlediğim müfredatta her hafta iki film gösterdim. O filmlerle ilgili çok sayıda metin okudu öğrenciler. Derslerde filmleri ele alıp sinema dilini, sinemanın mitoloji yaratma yöntemlerini, ikonik anlamlarını, anlam üretme olanaklarını, kurgu araçlarını ve nihayet kültürel bilinç ve bilinçaltımızla olan ilişkisini irdeledik. Hepsi iyiydi hoştu da, 'garip' olan veya 'aksayan' tek şey, ' büyük yapıt' dediğimiz yapıtların dili ve anlatımındaki 'eskilikti'.

Görsel ideolojinin büyüsü
Bu 'eskilik' bütünüyle görüntü üretme tekniğinden kaynaklanan bir şeydi; bir teknoloji sorunuydu, kısacası. Zamanla teknoloji işin içine girmiş ve bugün sibermekan, siberuzay kavramlarını görselleştiren, Bladerunner'a Matrix'e veya Cennetin Krallığı' na erişmiştik. Kaldı ki, televizyon ve onun günde 24 saat kullandığı canlandırma teknikleri, özellikle bilgisayar düzeyinde karşımıza çıkan görüntü üretme yöntemleri, internetin sunduğu olanaklar güncel görsel ideolojiyi bütünüyle hakim kılmıştı.
Bu algılamaya ve hatta koşullanmaya sahip 20 yaş civarındaki çocuklara Truffaut'yu, Hitchcock'u, hatta Allen'ı, Ceylan'ı sunduğumuzda, perdedeki görüntü dilinin yabancılığını, 'eskiliğini' aşmak çok zordu. Sinemanın 30 yıl önceki yapıtlarını yüzlerce öğrenci Mısır sanatının örnekleri gibi görüyordu.

Edebiyatın sineması
Bu sorun edebiyat için aynı oranda geçerli değil. Edebiyatı okuyan kişi, onun anlatım tekniklerinde de dönüşümler olmasına karşın onu daima yeni veya daima eski bir şey olarak kabul edip okuyor. Görsellik teknikleriyle mukayese edilemeyecek bir eskimezliği var edebiyat anlatısının. Öte yandan edebiyat anlatısını görselleştirdiği, sinema edebiyattan uzaklaştığı ölçüde etkileyicilik kazanıyor.
Görüntüden kaçıp edebileştikçe sinema büsbütün eskiyor . Bütün o canım Rhomer'ler, Bergman'lar sinemanın ötesinde, anlattıklarının zihinsel, edebi, kültürel yanıyla izleniyordu ki, o durumda da iş sinemadan çıkıyor, dediğim gibi edebiyatın alanına giriyordu. Bu eskiler değil yeniler için de geçerli. Mesela Kiorastami, hatta La Butte böyle. Hollywood'la '3. sinema' veya 'sanat sineması' arasındaki çelişki bu. Hollywood'a direnmek veya teslim olmak meselesi. (Bu, 'Hollywood kötüdür' anlamına gelmiyor...)
Nihayet Antonioni ve Bergman ölünce anladım ki, onların edebi sineması da, onların öne çıktığı ' yönetmen (auteur) sineması'
da artık has edebiyat veya opera gibi sadece belli bir grup insanın sevgilisi olarak kalacak, gençler arasında o filmleri, Amerikalıların dediği gibi sadece 'sinema okulu öğrencileri' izleyecekti.
Ne dersiniz, birbiri ardınca ölmesi bu iki ustanın, biraz da bunu anladıkları için olabilir mi?