kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
  |  Benim şehrim | 24 Nisan 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Sezer'in malum cümleleri

Kavramsal düzeyde baktığımızda 'cumhuriyet', ülkenin bir sülalede ya da asiller tarafından değil, halk tarafından yönetileceğini anlatır.
Cumhuriyete ruhunu veren ise halkın temsilcileriyle oluşmuş olan meclistir.
Eğer ortada seçimle meydana gelmiş bir meclis yoksa, o zaman cumhuriyetten söz etmek de anlamsız hale gelir.
Tarihçi ve siyaset bilimci Doç. Ahmet Demirel, 23 Nisan ' Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı' vesilesiyle Radikal gazetesinin verdiği ilavede kaleme aldığı yazısında bize önemli bir olayı hatırlatıyor:
12 Eylül 1980 darbesinden sonra, 17 Mart 1981'de çıkarılan bir kanunla bayramdaki 'Ulusal Egemenlik' ibaresi kaldırılmıştı. 1981
ve 1982 yıllarında 23 Nisan sadece ' Çocuk Bayramı' olarak kutlandı!
Sonra bu karardan vazgeçildi ve 1983'ten itibaren tekrar bugünkü adıyla kutlanmaya başlandı.
Ahmet Demirel bu olayı anlatırken, " hatadan dönüldü " diyor ama ben buna katılmıyorum.
Org. Kenan Evren liderliğindeki darbeciler gayet tutarlı davranmışlar. Çünkü zaten Meclisi kapatmışlardı. 1981 ve 1982 yıllarında ortada halk tarafından seçilmiş bir Meclis bulunmuyordu. O zaman da bayramdaki 'Ulusal Egemenlik' bölümü manasız hale geliyordu.
23 Nisan 1920'deki kuruluşundan beri Meclis, devlet eliti tarafından daima ' sorunlu' ya da ' sorun çıkaran' bir kurum olarak görülmüştür.
Mesela Mustafa Kemal'in, 1920'den 1923'e dek görev yapan ilk Meclisi, iki kere kapatmaya kalkıştığını biliyoruz. Onu durduran ise İsmet Paşa olmuştur.
İnönü özetle, " Biz meşruiyetimizi bu Meclis sayesinde sağlıyoruz... Eğer onu kaldırırsan iddiamızı havada kalır " demiştir.
Ancak devlet eliti ve onunla birlikte hareket edenler, her zaman Meclis'e kuşkuyla bakmıştır. Çünkü seçimleri manipüle etseler de...
Hatta 1923-1946 arasında olduğu gibi milletvekillerini tek tek belirleseler de... Halkın temsilcilerinden oluşan Meclis, sık sık kendisine biçilen rolün dışına çıkmıştır.
Meclis'e hücumlar bugün de sürüyor. Son olarak 23 Nisan mesajında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, " Meclis Atatürk'e ve devrimlerine layık olduğunu kanıtlamalıdır " gibi gayet talihsiz bir cümle kurdu.
'Talihsiz' diyorum çünkü bu cümle en az iki açıdan problemlidir:
1) Birincisi 'bireysel' açıdan: 1938'de vefat eden Atatürk'ü, günümüzde Sezer mi temsil ediyor? Hangi hakla? Neye dayanarak? Sezer'in yaptıklarının ve söylediklerinin Atatürk çizgisinde olduğunu nereden biliyoruz? Her fırsatta, hatta yerli yersiz, Atatürk'ten, laiklikten ve inkılaplardan ' söz açarak' mı Atatürkçü olunuyor? Sezer giderayak sanki kendine bir halef belirlemeye çalışıyor.
2) İkincisi 'ilkesel' açıdan ki bence bu nokta daha önemli: Meclis'in kimseye bir şeyi kanıtlama yükümlülüğü yoktur. Meclis sadece Anayasa'nın sınırları içinde çalışır. O kadar! Sezer'in kendisini seçen Meclis'e karşı daha saygılı olmasını beklemek hakkımızdır sanırım. 2000 yılında onu seçen Meclis iyiydi de, bugünkü Meclis mi kötü? Ancak Sezer'i de anlamıyor değilim: Cumhurbaşkanı olmadan önce Çankaya'nın yetkilerinin fazla olduğunu ısrarla söylüyordu. Seçildikten sonra bu fazlalığı hiç ağzına almadı, yetkilerini sonuna kadar kullandı. Şimdi kendisi gibi olmayan birisi tarafından kullanılacak diye kaygılanıyor. Böyle davranan bir kişinin, Meclis'e ' liyakatini kanıtla' demesini gayet normal buluyorum.
Geçenlerde yaptığı bir konuşmada, " tüm yurttaşların taraf olması gereken " bir ' devlet ideolojisi'nden söz ediyordu. O da talihsiz bir cümledir. Böyle bir cümleyi ancak totaliter bir rejim hayalleri kuranlar söyleyebilir. Çünkü ancak totaliter rejimlerde her yurttaşın taraftar olduğu bir devlet ideolojisi olabilir. Böylece Sezer'in demokratlık katsayısını da anlamış bulunuyoruz.