kapat
22.11.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 HYDEPARK
 ANKETLER
 SİNEMA
 SANAT
 KİTAP
 MÜZİK
 TARİH
 GURME
 GEZİ
 OTOMOBİL
 YAT&TEKNE
 HIGH-TECH
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Takke düşüp kel göründü mü?..

Fransa, İtalya ve Hollanda'nın küme düşme sınırındaki takımları ile oynayıp, ancak ikinci olarak ve bu yüzden üçüncü torbaya girerek katıldığı ikinci turun, gerçek Lucescu kimliğinin gösterisi olacağını söylemiştik..

Oldu.. Takke düştü ve kel göründü.. Sadece Lucescu'nun değil, onun şeyinde keramet arayan, onu deha, onu satranç ustası, onu bulunmaz, eşsiz adam ilan edenlerin de takkesi düştü..

Dün nasıl kıvranıyorlardı, Lucescu'nun müthiş yanlışlarını söylemekle söylememek arasındaki şaşkınlıkları yüzünden..

92'nci dakikadaki o aptal gol gelmeseydi oysa, gene ne Lucescu destanları yazacaklardı, ayni futbolla..

Gidinin tabelacıları..

***
Maçtan sonra benimle telefonda söyleşi yapan Foto Maç gazetesi yazarı sordu:

"Herşeye rağmen büyük bir takımdan bir puan almak başarı değil mi?.."

"Tabii başarı" dedim.. "Galatasaray gibi büyük bir takımdan bir puan almak Roma için çok büyük başarıydı. Maç sonundaki sevinçlerini gördünüz.."

***
Bir defa bu aşağılık kompleksinden kurtulalım.. Büyük takım Galatasaray'dır.. Galatasaray üç yıldan beri, dünyanın neresinde yapılıyorsa, (FİFA İstatistikçileri, CNN International, Alman Kicker Dergisi gibi) tüm matematiğe dayalı istatistiklerde birinciliğe ulaşmış ve hep ilk on içinde yer almış, bir dünya takımı, bir devdir.. Roma, Galatasaray'ın yanına yaklaşamamıştır.

Galatasaray'ın büyüklüğünü daha henüz Galatasaraylıların içine sindirememiş olması ne kadar acı..

Hayatları boyu büyük düşünemeyen, çıtayı bir türlü büyük hedeflere koyamayanlara, Türk milli takımının da, Galatasaray'ın büyüklüğünü anlatmanın imkanı yok.. Avrupa'nın beşinci sınıf takımı Avusturya'yı elemeyi zafer, Dünya Kupasını kaldırmayı hayal gören bu aşağılık komplekslilere, Galatasaray'ın UEFA ve Süper Kupaları kazanması da yetmedi.. Yetmeyecek..

Yetmediği için de Şenol Güneş ve Lucescu gibi, sıradan hocaları büyük adamlar sanmaya devam edecekler..

***
Beşiktaş maçında, Beşiktaş aynen böyle geçerken orta sahayı kolayca ve 2-0 öne geçerken, Mondragon sarı kart görme pahasına, kalesini bırakıp Lucescu'ya koştuğunda ve bas bas bağırdığında bizim Romen "Mondragon'un gördüğünü ben de görüyordum. Yanıma koşmasına gerek yoktu" demişti.. Ve de o maçta bile bizim medya Lucescu'yu deha ilan etmişti, Ronaldo üçüncü golü boş kale yerine avuta atarken ve Beşiktaş Bursa'dan önce beşleme fırsatını kaçırırken..

Bu defa Mondragon koşmadı.. Peki bizim Romen bu defa niye görmedi, tıpkısının ayni yanlışı.. Galatasaray'ın orta sahasının 55'inci dakikada çöktüğünü, orta sahayı hiçbir engelle karşılaşmadan elini kolunu sallaya sallaya geçen Roma'nın Galatasaray kalesini nasıl ablukaya alıp, bombardımana tuttuğunu, bu defa niye görmedi ha?.

Gole kadar kaç gol kaçırdı Roma, Lucescu saydı mı?.. Bu yağmur gibi pozisyonların nasıl doğduğunu anladı, anlayabildi mi?.

Lucescu'nun kendisi dahil, var mı benimle Star TV'sine gidip bu son 35 dakikayı birlikte izlemeye cesaret edecek Babayiğit?..

"Yürüyen takımı bozmak istemedim" diyor, Lucescu, şecaat arzederken sirkatin söyleyerek..

Yürüyordu ya, Lucescu.. Orta saha yürüyordu ve bunu bir tek Lucescu görmüyor, Lucescu fark etmiyor, Lucescu önlem almıyordu.

Oyun okuyor öyle mi?.. Muhteşem satranç hamleleri yapıyor öyle mi?..

Seyredelim mi, son 35 dakikayı birlikte, Bay Lucescu birlikte, Star TV'ye teşekkür ederek.. Sık sık Lucescu'yu ve Capello'yu gösteriyordu.. Teknik Direktör nedir, ne değildir, sorusuna yanıt ve kanıt verircesine..

Capello, mağlup olmayı kabullenmeyen bir liderdi.. O durmayan yağmurun altında saha kenarından ayrılmıyor ve bas bas bağırıyordu.. Futbolcularına.. Motive etmek için.. Hakeme.. Etkisi altına almak için.. İkisinde de başarılı oldu.. Ve de oyuna birer birer, hem de etkili dakikalarda hücum gücü ile bilinen futbolcuları ekliyordu.. Şakır şakır yağan yağmur, gözlüklerini görev dışı bırakınca, onları da atarak, ama miyop gözleri ile Lucescu'nun görmediği ve göremediklerini de görerek..

Ayni dakikalarda, ayni ekranlarda Lucescu resmi de vardı..

Ey Star.. Maçı bırak.. Sadece Lucescu ve Capello görüntülerini montajla.. Montajla ki, farkı bütün Türkiye görsün..

Bizimki, kıpırdamıyor.. Hareketsiz, jestsiz, mimiksiz ve hepsinden dehşet verici, çaresiz maçı seyrediyor.. Seyrediyor.. Sadece o kadar.. Bakıyor, görmüyor..

Roma'nın golü bağıra bağıra geliyor.. Lucescu o boş, o muzdarip, o çaresiz gözlerle bakmaya devam ediyor..

Ve 88'inci dakikada, alay eder gibi, Ümit Karan'ı, ilerde hiç değilse boğuşan, hiç değilse tepesinde iki stoper meşgul eden Ümit Karan'ı oyundan alıp, o anda, 1-0 galip takıma, son bir iki dakikada ne faydası olacağını Arif'in kendisinin dahi bilmediği Arif'i oyuna sokmayı bana izah edebilecek ferd-i vahit var mı?.

Ben "Bu adam ne Teknik ne direktör" demiştim..

Teknik olarak ne kadar acz içinde kaldığını, elindeki maçı, üç puanı, muhtemelen Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini nasıl kaçırdığını bütün Türkiye ve İtalya izledi..

Direktör olarak, gücü de meydanda.. Geldiği günden beri, bu takım futbolcularının sorumsuzcasına, aptalcasına, ahmakçasına kart görmelerine engel olamadı.. Hasan Şaş'ın nasıl kart gördüğünü izlediniz değil mi?.. Şimdi Barcelona maçında yok.. Bu mu liderlik?.. Bu mu otorite..

Lucescu, Galatasaray'ın iyi bir hocaya verecek kadar parası olmadığı için ve de para istemeden çalışmayı kabullendiğinden göreve devam eden sıradan bir adamdır. Gerisi laf salatası, göz boyama..

Kimse güneşi balçıkla sıvamaya kalkmasın..

Son 35 dakikanın bir Teknik Direktör için utanç verici görücüleri Star'da..

Yüreği olan var mı, "Hadi gel birlikte izleyelim" diyecek?..

Turgay Şeren.. Gerçekten Turgay Şeren..

Bu yazı aslında geçen hafta yazılmış, sayfada yer kalmadığı için girmemişti. İnternet okuyucuları okudular sadece.. Bunların içindeki M.Ali Kışlalı dün Radikal'deki kendi sütununda "Mutlak okunmalı, hatta kesilip saklanmalı" deyince, yayınlamak farz oldu. Keşke geçen hafta yayınlanabilseydi. O zaman belki de Star TV bu hatayı yapmaz, Turgay Şeren'i Roma maçında ekrandan almazdı. Sönük, renksiz, ruhsuz bir anlatım izledik, Turgay Kaptansız.. Sunucu hiç değilse bağırmayarak kulaklarımızı rahatsız etmedi.

***
"Bu ülkenin en iyi maç yorumcusu Turgay Şeren" dediğimde şaka ettiğimi sanan dostlar çıktı.. Hayır.. Gerçek.. Turgay Şeren sunucunun yanına, yorumcu olarak oturduğunda, ekran başında maç izlemek bir başka zevk oluyor.. Sunucuların, rahmetli Cihat Baban'ın çok sevdiği deyimle, ağızlarına simit sokulmuş gibi, nefes almadan bitmez tükenmez cümleleri bağıra çağıra kurmaya meraklı olmalarına rağmen..

Star bir ara beni yorumlar için davet etmişti. Baktım, zerre keyif almıyorum. Çünkü yanlarında oturduğum sunucu arkadaşlar, kendilerini radyoda sanmak illetinden vazgeçmemişler.. Bir bağrış, bir çağrış.. Görüneni aynen anlatma.. Seyirciyi kör yerine koyma.. Araya girip iki laf edebilene aşk olsun.. Meriç'le Büşah'a teşekkür ederek ayrıldım. Onlar da ceza olarak kalan paralarımı ödemediler.. Öbür dünyada yakalarına yapışırım artık..

Ardından TRT, Avrupa Şampiyonasında yorumculuk önerdi. Prensipte kabul ettim. Ama düşünmeye başladım. TRT spikerleri de farklı değildiki.. En çok bağırmayı, en çok konuşmayı marifet sanan, görünenleri tüm ayrıntıları ile anlatabilmek için, nefes almadan laf yetiştiren arkadaşların yanında oturup ne yapacaktım ki.. Genel Müdür Yücel Yener'den özür diledim.. Ordan da çekildim ve TV Futbol Yorumculuğu sayfasını kapadım.. Bu arada maçların sonucundan yorumcuyu sorumlu tutacak kadar spordan uzak bir yığın ruh hastası da mutlu oldu tabii..

Şimdi, üç tane görevli yorumcu izledik bu yıl.. Şampiyonlar liginde Ziya Şengül ve Turgay Şeren.. Milli maçlarda, Ömer Üründül..

En kötüleri Ziya'ydı.. Mustafa Denizli nefretini ekranda dile getirebilmek için Fenerbahçe'yi yerden yere vurunca, kendi camiasında istenmeyen adam ilan edildi. Patronajdan da sıkı bir uyarı almış olmalı ki daha sonra ne diyeceğini şaşırdı, "Bilmiyorum, anlamıyorum" diye diye kekelemeye başladı. Fenerbahçe elendi de, o da kurtuldu, seyirci de..

Ömer Üründül, çağdaş yorumculu anlatımdan çok uzak.. Teknik Direktöre sufle veriyor sanki.. "Bloklar arası mesafe", "dar alanda paslaşmalar" gibi bir iki klişe lafı sık sık tekrarlayarak bilgiçlik taslıyor. Soğuk, buz gibi ifadelerle seyirciyi itiyor, ekrandan uzaklaştırıyor, yanında durmadan bağıran sunucu ile anlatımın tadını sıfırlıyorlar.. Hele Türkiye- Yunanistan maçında olduğu gibi, iki dakikada bir ertesi günkü yayının reklamını yapan ve ekran başındaki seyircinin izlediği maça konsantre olmasının içine eden bir sunucu ile bir araya gelince, insanın iyice sesi kısası geliyor..

Ömer, kendisine maç yorumlasın diye emanet edilen Devlet TV'si mikrofonunu, son Avusturya maçında kişisel takıntılarına da alet edince, saygınlığına da darbe vurdu.

Dünyada bu tür yorumculuk bitti.. Anlatım bitti..

Artık maçları anlatan iki kişi, adeta maçı tribünden izleyen iki dost.. Bu iki dostun sohbeti ekrana yansıyor..

Sunucu, görünen şeyi anlatmak için boğazını ve poposunu yırtmıyor.. Yorumcu, "Bakın benim Teknik bilgim teknik direktörden de yüksek" anlamına bilgiçlikler taslamıyor..

Ne yapıyorlar?.. Seyirciyi izledikleri maçın içine çeken biz cazibe yaratıyorlar. Minik yararlı bilgiler veriyorlar..

Dünyada sunucu görüneni anlatmaz. Uzak planda kaldığı için seyirci tarafından seçilemeyen oyuncunun adını verir.. Bizdeki uygulama tam tersine.. Adamın sağa deplase olduğunu, soldan çalım attığını, avut çizgine kaydığını, orta yaptığını uzun uzun anlatıyor, ama yapılan ortaya kimin vurduğunu söylemiyor, esas işi o olduğu halde.. İyi izleyin.. Bizde topa en son vuran kişinin adı "Şut" tur.. "Şuuut" diye bağırır bütün spikerler.. Yahu şutu görüyorum, kim vuruyor onu söylesene.. Ama o zor.. Herkesi tanıyacak, oyunu yakından izleyecek ve ne söyleyeceğini bileceksin.. Boş ver.. "Şuuut" diye bağırır, geçersin..

İşte bu çağdışı radyo spikerliği ortamında Turgay Şeren, şirin, sevimli, naif, içten, duygulu, heyecanlı müdahaleleri ile, sunucunun soğuttuğu seyirciyi ısıtıyor, ekrana çekiyor, ara ara, güldürüyor, havayı değiştiriyor.. Sunucuya yönelttiği sorularla anlatımı zenginleştiriyor.. Turgay ne peşin hükümlü.. Ne içten pazarlıklı.. Ne bilgiç, ukala, ne şov meraklısı.. Tersine bilmediklerini de anında kabulleniyor.. Turgay, içimizden biri, tribünden biri olarak, seyrettiğimiz maçtan kopmamızı önlüyor..

Turgay bu ülkede en modern yorumculuğu yapıyor.. Bir de, gerçek Tv sunucusu bulabilsek, işte o zaman tadından yenmez bir ikili ortaya çıkacak..



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
HAFTANIN SOYLEŞİSİ
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır