Kolbastının ne belli bir disiplini var ne de kimin onu niye oynadığı belli. İnsanların deli gibi çırpındığı, başı boş bir hareket zinciri. Bunların dışında tek özelliği insanları bir araya getirmesi.
Nereden geldiği, kökeninin ne olduğu, adının anlamı tartışılıyor ama kimse şu
kolbastı denilen oyunun niye birden bire böylesine yaygınlık kazandığını, onu kimlerin benimseyip oynadığını, insanlar arasında kurduğu ortak bağın niteliğini düşünmüyor. Oysa kolbastı
Türkiye'nin içinde yaşadığı dönemin, sahip olduğu toplumsal yapının neredeyse tam bir göstergesi.
ESKİDEN TWIST VARDI Yakın dönemi şöyle bir hatırlayanlar
Türkiye'de daha önce bir tek dansın öne çıktığını ve toplumsal bilinçte yankı bulduğunu da teslim edecektir. 1960'ları damgalamış olan bu dans
twist'ti. 1950'lerin genç kızları başta olsa da her kesimden insanı etkisi altına alan plastik bir çemberi belde ve kalçada çevirmekten müteşekkil
hula-hup bir tarafa bırakılırsa twist gerçekten de tam bir fırtına gibi esmiştir ülkede. O kadar ki, dönemin en önde gelen komedyeni
Öztürk Serengil hemen her filminde '
abidik gubidik twist' diye garip bir şarkı içinde bu dansı yapmıştır ve o günlerden Türkçeye de bu 'abidik gubidik' argosu kalmıştır. 1980'lerde ortaya çıkan, özellikle Amerika'yı kasıp kavuran
break bize pek uğramadı. Sağda solda bazı çocuklar eğildiler, büküldüler, yerlerde kıvırıp kıvrandılar ama bu dans o kadar ilgi çekmedi. Hele twistin yanında yok mesabesinde kaldı. Fakat twistin niteliğini birazcık anımsamak şimdi etrafı 'basan' kolbastının anlamını kavramak için bazı ipuçları verebilir. Her şeyden önce twist bir
salon oyunuydu.
Modernleşmenin daima çok önemli bir parçası sayılan ve kendisi
'Avrupai' olan dansın bu defa Amerika'dan gelmiş çeşidiydi. Serengil'in filmlerinde de görüleceği üzere gençler bu dansı ediyordu ve 'şık, zarif partilerde', medeni olmanın, 'sosyete'ye girmenin bir göstergesi olarak ortaya çıkıyordu. Kentliydi, Batılıydı, çağdaştı. Twist oynamayan neredeyse uygarlık dersinden sınıfta kalmış sayılıyordu.
SONRA BİRAYA GEÇİLDİ Derken olanlar oldu, kentlerin yapısı değişti. Kırsal alandan çok kısa sürede milyonlarca insan metropollere geldi, daha önce gelenlerle akraba oldu. Hep birlikte toplumun belli bir kesiminin gözü gibi koruduğu kent merkezlerine yürüdüler. Bu insanların sınıfsal aidiyetleri de, kimliği de pek o kadar belirgin değildi. Kısmen köylü, kısmen taşralıydılar. Kentlilikleri ise yeni yeni işleniyordu. Dünya metropollerinin lumpenleriyle tam bir kan bağı içindeydiler. Bu kitle bu boyutlarda ve özelliklerde ilk kez 1980'lerde ortaya çıktığında kendisini
birayla ve birahaneyle ifade etmeye başladı. Bira ne oralı bir içkiydi ne buralı. Ne alkollü bir içkiydi tam manasıyla ne değildi. O insanlar gibi içtikleri içki de, onun içildiği yer de iki arada bir derede kalmıştı. Sonradan birahaneler hayatın bir unsuru haline geldi ama lumpenler sayıca artmaya devam etti.
KOLBASTI NELERİ BASTI? İşte kolbastı onların oyunu olarak tam da o noktada devreye girdi.
Bakıldığı zaman ne daha önce okullarda öğretilen 'folklor' oyunlarına benziyor bu 'dans', ne belli bir disiplini var, ne de kimin onu niye oynadığı belli. Sonunda insanların deli gibi çırpındığı, hiçbir düzen içermeyen, istemeyen, neredeyse başı boş bir dizi hareket zinciri. Bunların dışında tek özelliği insanları bir araya getirmesi, bir boşalma aracı olarak kullanılması. Öyle, bir boşalma aracı, kolbastı.
Fakat o derecede kimliksiz ki, sevincin boşalması da, öfkenin boşalması da aynı dille ifade edilebiliyor. İnsanların kendilerini ifadede zorlandıkları bir dille yani Türkçeyle bir oyun ancak bu kadar bütünleşebilirdi. Neredeyse
Freud'un '
tekin olmayan şeyler aynı zamanda bir olumsuz durumu tekin hale getirmek için kullanılan, ikili anlama sahip, mesela 'göz' gibi şeylerdir,' tanımını anımsatıyor insana.
Tekin olmayan bir toplumda, kendisini tekin hissetmeyen insanların, sanki cin çıkarır, şeytan kovar gibi şamanistik bir tavırla yaptığı bir dans bu. Gerçekten de şamanların bir meydanda çırpınmalarını anımsatıyor. Ama onlardan daha derbeder bir biçimde.
KİÇİN VAZGEÇİLMEZ VARLIĞI Gençler arasında bunca ilgi toplamasının nedenleri bunlar, ama şunu da belirtmek gerekir. Bu dansın çok karmaşık bir yapısı olduğunu söyledim. Ne o ne de öteki olan bir oyun bu, tıpkı bira gibi, dedim. Şunu ekleyeyim.
Ne o ne öteki olan dolayısıyla hem o hem öteki olan her şey son kertede kiç olur. Kiç odur zaten: her şeyden bir parça içeren, kapsayan bir üslup, birbiriyle doğal olarak kaynaşmayan, yama gibi yan yana getirilmiş farklı nesnelerin, anlatımların bir arada bulunması. Bizim toplumsal estetiğimiz bütün bu nedenlere bağlı olarak bugün katışıksız bir kiçe yaslanıyor. Süslemelerimizden mimarimize, giyim kuşamımızdan dilimize kadar. Kolbastının da aynı anlama gelmesinde, bu şartlarda, şaşacak bir şey olabilir mi? Şunu ekleyerek bitireyim: niye toplu bir dans?
Türkiye git gide daha fazla kendisini dışa vuran, kendisini sert bir biçimde ve yüksek sesle ifade eden, herkesin kendisini daha sert göstermeye çalıştığı ve ben buradayım dediği bir toplum. Haklılık veya haksızlık artık mevzubahis değil. İnsanlar sadece kendi varlıklarını duyurmak istiyor. Kolbastının ansızın toplumu boydan boya sarması işte bu ifadeciliğin ve onun arkasındaki egonun, itip kakmacılığın bir göstergesi. Galiba bütün bunlardan sonra kolbastı oynamaktan başka çare yokmuş gibi geliyor bana.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 19 Nisan 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/19/pz/kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.