Türk görselliği hangi gizleri, simgeleri, karakteristikleri barındırır içinde genel olarak, belirsizdir, meçhuldür. Kim hangi Batılı ressamdan nasıl etkilendi, içeride kim kimi nasıl doğurdu? Yanıtsız sorulardır bunlar.
Türk resminin yeterli bir tahlili bugüne kadar yapılmadı; ne yazık ki, yapılmadı. Uzun süre bunu yapacak birikimden uzaktık. Resim dediğimiz olgunun incelenmesi resmin yapılmasından daha zordur. Resim bir iç dürtüyle yapılabilir (
Gümrükçü Rousseau'dan Van Gogh'a benzer sayısız örnekte olduğu gibi) ve hatta bu çok önemli bir akımın önünü açabilir. Zaten resim başlangıcı itibariyle usta-çırak ilişkisi içinde gelişmiştir. Daha sonra Akademiler, Güzel Sanatlar Okulu gibi kuruluşlar ortaya çıkmıştır ama onların öğretim tekniği de gene gelir aynı mantığa yaslanır: Bir ustanın öğrendiklerini çırağına aktarması, onun kendi yolunu bulup sentezini yaparak usta olması. Oysa üretilmiş bir resmin çözümlenmesi böyle bir mekanizmayı içermez. Resmi anlamak ve kavramak için karmaşık bir bilgi sürecine ihtiyaç vardır. Çünkü
resim göründüğünden ve gösterdiğinden daha fazla bir şeydir. Yapılan herhangi bir resim en aykırı bir görüntüyü tuvale taşısa bile, toplum ve tarih bakımından bir kültürü, yapan sanatçı bakımından da bir bilinçaltını tersim etmektedir. Oradaki 'sırların' açığa çıkarılması, anlaşılması başlı başına bir çalışmayı gerektirir: Yoğun biriklere dayanan bir çalışma. Sadece
Albert Boime'in 1750-1870 arasında Fransa resim tarihini irdeleyen dört ciltlik çalışmasına anmak bile söylediklerimi kanıtlamaya ve bu işin ne kadar çileli bir şey olduğunu anlatmaya yeter.
OSMANLI'NIN YAPTIĞI VE YAPAMADIĞI
Osmanlı Avrupa'ya öğrensin diye ressam adayları göndermeyi akıl etti. Ama aynı Osmanlı Batı'ya resim 'okumaya' aday hiç kimseyi göndermedi.
Bunun önemli bir nedeni Osmanlı'nın felsefeyle olan bağlarını koparmasıydı. Bu yargıya dönük malum itirazları biliyoruz ama yetersizdir,sorunu kavramaya yetmez.
Osmanlılar ne kategorik felsefi düşünceyle ilgilendiler ne de bana göre onun bir uzantısı sayılması gereken eleştirel düşünce ve yaklaşımla. O zaman bir ölçüde ve düzeyde resim yapıldı ama o resim ne irdelendi ne de anlaşıldı. Cumhuriyet de aynı hataya düştü. Hem de çok yakın zamanlara kadar.
Sistematik eleştiri bizde edebiyat söz konusu olduğunda 1940'ların, resimde ise 1980'lerin çabasıdır. Tanpınar da, Sabahattin Eyüboğlu da, bazı ressamlar da eleştiri yazmıştır ama bunlar belli izlenimlerin kağıda aktarılmasından öteye gitmez. İlk ve önemli resim eleştirmeni Sezer Tansuğ'dur. 1980'lerin ortasından başlayarak da yeni bir kuşak sistemli ve kuramsal birikime dayalı bir eleştirinin temellerini attı. Ne var ki, 1980'lerin ortasında beliren ve çok önemli şeyler söyleyen bu
yeni eleştirmenler de başka bir eksikle yaralıydı. Onlar da Türk resiminin tarihini bilmiyordu. Bilmediği gibi onu inşa etmek gibi bir hassasiyetin içinde de değildi. Yeni eleştirmenler bu işi öğrendikleri ülkelerde tanık oldukları
çağdaş sanatı biliyordu, onu meydana getiren kuramsal çerçeveden haberdardı ama daha geride kalan modern sanatla ilişkileri bile sorunluydu. Nerede kaldı Türk sanatı.
NE MÜZE NE GÖRÜNTÜ ARŞİVİ
Bu birikimin oluşmamasında iki önemli eksikten daha söz edilebilir.
Birincisi, Türk resim birikimini 1850'lerden başlayarak güncel kullanıma sokacak iyi işleyen müzeler olmadığı gibi ne sanatçıların yapıtlarını bir araya toplamış kataloglar vardır ortada ne de ulusal görüntü merkezi gibi bir kurumun sahip olabileceği türden diaları barındıran diatekler. Bırakın Osmanlı görsel birikimini yakın dönem modern-çağdaş sanat birikimi bile bugün kayıtlı değildir. Ben yıllardır 1970'lerdeki kadın sanatçılarla ilgili bir sergi düzenlemek niyetindeyim, sanatçıların bile ellerinde yapıtlarını gösteren görüntüler olmadığının canlı tanığıyım.
İkincisi, bu kesim sanat tarihini çok metodik olarak öğrendi ve uyguladı. Oysa sanat tarihi bugün kültürel çalışmalar denilen bir alanın içinden üretiliyor. Feminist çalışmalar, altkültür (subaltern) çalışmaları, sömürgecilik sonrası çalışmaları gibi alanlar bugün üretilmiş görüntüyü yeni sosyoloji yöntemleriyle birlikte bambaşka bir çizgiye getiriyor.
HÂLÂ MEÇHUL O CEVAP Bütün bunlarla birlikte bakınca
Osmanlı- Türk klasik-modern görsel birikimin belkemiği nedir sorusu hâlâ cevaplanmamıştır. Bu birikimin Osmanlı-İslam kültürüyle ilişkisi neydi, Batı sanatından nasıl etkiler ve izler taşıyordu, bizim resim anlayışımız figüratif midir ağırlıklı olarak yoksa kaligrafi ve arabesk tekniğinden gelen soyutlamalarla mı yüklüdür? Tüm bu sorularla birlikte kuşatınca toplumsal-kültürel dönüşümün çeşitli dönemlerde o dönüşümleri haber veren veya onlardan izler taşıyan özellikleri nelerdir, erken Cumhuriyet döneminin veya Tanzimat ya da 2. Meşrutiyet'in görsel algılamaları nasıl sorularyanıtlar üretiyordu türünden sorular da havada kalıyor. Türk görselliği hangi gizleri, simgeleri, karakteristikleri barındırır içinde genel olarak, belirsizdir, meçhuldür. Kim hangi Batılı ressamdan nasıl etkilendi, içeride kim kimi nasıl doğurdu? Yanıtsız sorulardır bunlar.
Giderek bugünkü resmin ve genel olarak bugünkü sanatın kültürel-toplum/bilimsel derinliği, zihniyet dünyasındaki izdüşümü de meçhul kalmıştır. Eskilerden bir ressam hakkında yakınlarda yayınlanmış katalogun başına 'oturtulmuş', çok laf tüketse de hiç ama hiçbir şey söylemeyen yazıyı okuyunca işte bunları düşündüm.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 1 Mart 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/01/pz/haber,21E3B0F81E2D4048A29A33E573A7FB8A.html
Tüm hakları saklıdır.