Sevgililik aşktan arınmış bir biçimde ortaya çıkarsa, yaşanırsa bana daha anlamlı, daha soylu geliyor. Diğeri, fazla yararcı bir yaklaşımmış gibi duruyor ki, öyle olduğunu yaşayarak öğrendik.
Dün nihayet Sevgililer Günü kutlandı da rahata erdik. Cüce şubat ayı içinde hangi dergiyi gazeteyi açsanız içinde sevgililikle ve aşkla ilgili bir şeyler buluyorsunuz. Aşk oldum olası beni etkilemiş bir duygu değildir, hatta üstünde ne kadar düşünürsem düşüneyim onda komik, güldürücü bir yan bulurum.
İnsanlar aşk acısı çekenlere ayrı bir ulviyet duygusu yükler ama ben onlardan da değilim. Buna rağmen aşk konusunda düşünmek adeta kaçınılmaz. Hele bendeniz gibi Divan edebiyatıyla da çok uğraşmış bir edebiyatçının aşkın hallerine hiç değilse göz ucuyla takılmaması mümkün değil. Ne var ki ben aşk dediğimde sulu sepken kendi aşkını anlatanları değil, aşkı gizleyerek dile getirenleri severim.
Eğer siyaseten doğruluk adına söylemem gerekirse, elbette kuvvetli duygular duydum kadınlara karşı, bağlılıklar yaşadım, bazılarını çok istedim ama o duygularımı aşk diye adlandıramıyorum. Çünkü aşk daha ziyade kalmakla, sahiplenmekle ve sahiplenilmekle ilgili bir şey. Bense özgürlükten ve başı boş kalmaktan yanayımdır, yapabilenler için onu daha insani bulurum.
AŞK BAŞKA SEVGİLİ BAŞKA Bir de şu Sevgililer Günü'nün adında yer alan
'sevgililik' kavramına tutulurum. İnsanlar hayatı kolaylaştırmanın yolunu arıyor haklı olarak. Öyle olunca da sevgililikle aşk arasında kısa yoldan bir ilişki, bir denklem, bir kopmazlık ilişkisi kuruyor. Sanki her sevgililik bir aşka tekabül edermiş gibi. Buna itirazım gayet açıktır. Hayır, sevgililik aşktan arınmış bir biçimde ortaya çıkarsa, yaşanırsa bana daha anlamlı, daha soylu geliyor. Diğeri fazla yararcı bir yaklaşımmış gibi duruyor ki, yaşayarak öğrendik, öyle olduğunu. Gerçekten de hayatta birbirine sıkı sıkıya sarılmış, birbirini desteklemiş ama hiç öyle uluorta aşk muhasebelerine girişmemiş ağırbaşlı sevgililer gördüm.
EROS'SUZ AŞK MI VARMI.Neyse bunlar iyi kötü herkesin üstünde durduğu şeyler. Ben aşk denilince biraz daha
'karanlık' şeylerle ilgilenmek istiyorum.
Bunların ilki elbette
eros denilen o büyülü tanrıyla aşk arasındaki ilinti. Daha açıkçası acaba erotik bir temele dayanmayan aşk var mıdır?
Bernini'nin
Ermiş Teresa'nın Kendinden Geçişi isimli heykelinde apaçık biçimde sergilediği o halinden bu yana ve ona ilham teşkil eden bizzat
Avila'lı Ermiş Teresa'nın 1567 yılı civarında yazdığı
Özyaşamöyküsü'nü okuduktan sonra bu soruya olumsuz yanıt vermek neredeyse olanaksızdır. Yani, erotik olmayan, erotizm temeline dayanmayan bir aşk olmaz. Bu bakımdan çoğu zaman aşkı yüceltmek için kullanılan o küçük çalım, diyelim cinselliğin dışarıda bırakılması ve aşk duygusunun arı, arınmış bir duygu şeklinde ifade edilmesi hiçbir anlam taşımaz. Aşk, cinselliğin bir denklemi olarak kendi kendisini ifade etmeyi sürdürür.
'TEMİZ DUYGULARIN AŞKI...'
İkincisi daha ilginç. Gene birçok kaynakta aşk o arınmış duygu olarak gösterilmesi nedeniyle bütünüyle
'temiz' bir duygu olarak anılır. Neredeyse bütün bir romantik edebiyat bu anlayışla yüklüdür fakat ona fazla kulak asmak gerekmez. Çünkü aşk zaten Batı'da ve saray içi ilişkilerde icat edilmiş bir şeydir ve romantisizmle birlikte büsbütün abartılı bir anlam yüklenir. Fakat aynı Batı'daki aşk metafiziği kısa bir sürede işin gerçeğini anlar ve aşk gibi bir duygunun yani başkasının hayatına, mahremiyetine bu kadar girmeyi öngören, onu sahiplenmeyi ifade eden bir duygunun iyicillikle yüklü olamayacağını fark eder.
Gerçekten de bir başkasını
'elde etme' düşüncesi nasıl iyilikle, iyicillikle yüklü olabilir ki? Ya da aşk gibi insana hastalık halinde gelen bir duygu yüksek ve
iyicil bir anlayışla mı iç içe geçerse daha doğal olur yoksa
kötücüllükle mi? Aşk, şimdi çağdaş psikiyatrinin getirdiği olanaklarla da daha iyi biliyoruz ki
tanımlanamayan bir haldir. Bu nedenle de uzmanlar ona
'sınır hali' diyorlar: Delilikle normallik arasındaki bir nokta.
AŞKIN UĞURU VE UĞURSUZLUĞU
Bunu belirttiğim zaman aklıma hemen başka bir şey geliyor:
Freud o çok meşhur ve '
tekin olmayan'ın (yani daha doğru ve berrak bir Türkçeyle '
uğursuz'un) ne olduğunu açıkladığı makalesinde
tekin olmayanın aynı zamanda
tekin sayılan olduğunu belirtir. (Zaten sözcüğün Almancası '
unheimliche'tir ve bu tam bir çeviriyle bakılacak olursa '
eve ait/evcil olmayan' (un-heimliche) demektir. Yani evdeki/evcil şeyler tekin, güvenilir, evde/evcil olmayanlar garipsenir şeylerdir.) Göz mesela bazı durumlarda uğurlu bazı durumlarda uğursuz sayılır. Bu sayısız nesne ve durum için geçerlidir.
Hal böyle olunca bu kadar yüceltilen, uğurlu sayılan, bu kadar berkitilmiş bir duygunun aynı zamanda insan tam tersi bir duyguyla geldiği, aşkın olumlandığı ve benimsenip istendiği kadar insan zihninde bir o kadar da ürkülen, korkulup çekinilen bir duygu olduğunu söylemek kabil.
Aşk yaşayan insanın en çok çektiği duygunun acı ve o acıdan aldığı haz olduğunu bilmeyen var mı? Bu koşul altında aşkın gerçekten insan için bir sınır durumu yarattığını ve uğrursuz bir hal olarak ortaya çıktığını söylemek gerekmez mi? Evet, buradaki kritik nokta o: Acıdan zevk almak. Bu bir sapıklık mı? Öyle de görülebilir ama sapıklık dediğimiz nedir ki, bir kabulden başka?
İşte bu noktada aklıma hep hakim karşısında verilen o cevap geliyor: Çok seviyordum öldürdüm. Doğal, çünkü aşk öldürücüdür; hele bazı aşıkların o kılıf altında ne ince hesaplar yaptığını, ne planlar tasarladığını karşıdakini nasıl teslim alıp öldürdüğünü, bütün bir edebiyatın bu tavırla yüklü olduğunu bir düşünürseniz aşkın gerçekten de öldürücü olduğuna inanmamak için hiçbir neden yok!
Gene de ben herkese ölümsüz aşklar diliyorum!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 15 Şubat 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/15/pz/haber,7DD67DA9A5214A18BAD32785E9E9BCB6.html
Tüm hakları saklıdır.