Önce ABD Başkanı Obama'nın TBMM'deki konuşmasını tartıştık. Şimdi de Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un Harp Akademileri'ndeki konuşması üzerinde çeşitlemeler yapıyoruz. Bu iki konuşmadan hangi mesajların alınması gerektiğini anlamaya çalışıyoruz.
Çünkü hem ABD, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri
"Yaptırım gücü"ne sahip siyasal ve askeri olgular.
Biri dünya ölçüsünde, diğeri de yerel ölçütte tartışılmaz güç sahibi ABD ve TSK.
Ancak ikisi de gücün sınırları olduğunu yaşayarak öğrendiler. Neticede ABD önce Vietnam'da, sonra da Irak'ta bir ülkeden çıkabilmenin girmekten daha zor olduğunu öğrendi.
TSK da, vur-kaç yöntemiyle bölücü mücadele veren bir örgüte karşı kendi topraklarında 1984'ten beri savaş veriyor.
Bir
"Muhtıra" ile Ankara'daki seçilmiş iktidarların devrilebildiği bir ülkede, Güneydoğu kırsalına tam olarak hâkim olmak kolay değil. Ayrıca muhtıra ile devrilen iktidarların yerine
"Türkiye halkı"nın kimi getireceği de hiç belli olmuyor. Bu gerçeklerin ışığında, iki konuşmanın içeriği kadar, iki konuşmacının kimlikleri ve konumları üzerinde düşünmek de gerekli. Obama bir siyasetçi, Org. Başbuğ ise bir askeri bürokrat.
Biri seçilmiş, biri atanmış iki yetkili bunlar.
Obama kendisini seçip ABD Başkanı yapan kitlelerin beklentilerine
"hemen" cevap vermeye çalışmakta.
Beklentiler ve icraat "Değişim" adı verilen beklentinin gereği, Guantanamo Zindanı'nı kapattı, Küba ile diyaloga girdi, Avrupalı müttefikleri ile ortak karar mekanizmalarını çalıştırmaya başladı, Irak'tan çekilmek için tarih verdi, ekonomik krize karşı hem finans sektörüne hem de reel sektöre destek verirken, eğitim ve sağlıkta radikal projeler hazırlatmaya girişti, kitleleri öfkelendiren şirket yöneticilerinin aldıkları
"Altın paraşüt" denilen ve insaf ölçüsünü zorlayan gelirlerine el attı.
Org. Başbuğ'un kendisini bu göreve atayanlara karşı bu tür yükümlülükleri yok. O yönettiği kurumu emekliliği gelinceye kadar, her an savaşa hazır, disiplinli, modernleşmeye açık bir askeri güç olarak tutmakla yükümlü.
Türkiye'nin özel şartları gereği, Silahlı Kuvvetler'in siyasi ağırlığının bulunması, bu yükümlülüğünün istisnai işlevini oluşturmakta.
Ama sonuçta Silahlı Kuvvetler bir siyasi parti değil... Silahlı Kuvvetler'in subay kadrosu bir siyasi partinin üyeler listesinde değil, maaşları kamu tarafından ödenen maaş bordrolarında birleşiyorlar.
Komutanlar ve genelkurmay başkanları da, hiyerarşik düzen içinde, belirli sürelere ve başarı ölçülerine bağlı olarak terfi ediyorlar ya da emekli oluyorlar.
Bu açıdan bugünkü bir genelkurmay başkanının dünkü ya da önceki günkü genelkurmay başkanı ile aynı siyasi tutumu paylaşması mümkün değil.
Bu böyle olsaydı, ordu değil bir siyasi parti olurdu TSK.
Bu gerçeklerin ışığında Obama'nın konuşması ile Başbuğ'un konuşmasını, aynı çerçeve içinde yorumlamak pek doğru değildir.
Obama
"siyasi otorite", Başbuğ ise
"askeri otorite"dir.
Bir başka deyişle bu Amerika'da nasılsa,
Türkiye'de de öyle olduğu zaman
"Çağdaş uygarlık" düzeyi yakalanmış olacaktır. Org. Başbuğ'un konuşmasında dış dünyaya ve Obama'nın konuşmasına yaptığı göndermelerden esinlenerek, şu soruları sormalıyız:
- Org. Başbuğ, Obama'nın ülkesinde Obama'ya ya da Kongre'ye siyasi önerilerde bulunsaydı bu nasıl karşılanırdı? -
Veya bir Amerikan Genelkurmay Başkanı'nın konuşması medyada böylesine siyasi boyutlarıyla farklı yorumlara konu olabilir miydi?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 17 Nisan 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/17//haber,297F77FD0C91491BA3B9DBE11A194531.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.