"Tarih, ilerisini göremeyenler için acımasızdır." Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un, Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı "Yıllık Değerlendirme Konuşması'nı" "Dünden dersler çıkararak yarınlar için Cumhuriyet bilançosu sundu" cümlesi ile özetlemek mümkündü. Kuşkusuz Org. Başbuğ'un mesajlarının farklı yönleri ön plana çıkarılabilir. Ancak analitik bir çalışma ile ana vurgu eksenleri hemen ortaya konulabilir. Genelkurmay Başkanı, 2 saate sığdırabildiği, 55 sayfalık, 16 bilimsel eserden alıntılandırdığı konuşmasında 95 kez "terör, terörizm, bölücü terör örgütü" kavramlarını kullandı. 41 kez "etnik" temelli tezlere karşı görüşlerini açıkladı. 36 kez "demokrasi", 23'er kez "laiklik" ve "Anayasa" bazlı yorum yaptı. Ve nihayet "Atatürk'ü" referans gösterdiği 16 cümleye yer verdi.
YEREL SEÇİMİN İZLERİ Org. Başbuğ'un ince işçilikle hazırlanmış konuşması, 29 Mart Yerel Seçimleri'nin, bölgesel ölçekte ortaya çıkardığı tablo ile birleştirilince bir başka anlam kazandı. Atatürk'ün, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir" vecizesini anımsatarak alt kimlikleri kucaklaması önemliydi. Tabii bir bu kadar önemli olan husus da alt-üst kimlik sınırında düğümlendi: "İkincil kimlikler ancak kültürel kimlik şeklinde bireysel seviyede yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir... Bireysel özgürlüklerin sınırının yeni azınlıklar ve üst kimlikler yaratmasına izin veremeyiz!" Tam bu noktada Başbuğ'un kritik bir ifadesini daha anımsatmak zorundayız. 25 yılda 4 bin 970 evladını bölücü teröre şehit veren Silahlı Kuvvetler'in Başkomutanı, madalyonun öbür yüzüne de baktı. Ve dedi ki "Çeşitli nedenlerle evlatlarını örgüte kaptıran ana ve babaların duydukları acıları ve içinde bulundukları durumu düşünmek ve onları anlamak zorundayız!" Org. Başbuğ, hızla ısıtılan "genel af" beklentisine de kendi perspektifinden son noktayı koydu. Sadece, "etkin pişmanlık" hükmünün uygulamadaki eksikliğinin giderilmesine kapı araladı.
CEMAATLERE KIRMIZI KART Genelkurmay Başkanı'nın, kapsamlı laiklik değerlendirmesi sırasında değindiği "cemaat olgusu" da yerleşik görüşleri sarsar nitelikteydi. Modern muhafazakârlık şemsiyesi altında, sivil toplum aktörü olarak kabul edilen cemaatleri adeta "tehdit unsuru" olarak takdim etti. Dini cemaatlerin sivil kimliğini veto etmekle kalmadı, demokratik alanın oyuncusu olmalarına da geçit vermedi. TSK'nın din düşmanı olmadığını ısrarla vurgulayıp, mütedeyyin insanlarla sorunu olmadığını anlatırken cemaatleri ayrı bir kefeye koydu. Onları, kutuplaşmanın aktörü gibi gösterip, güvenlik problemi yaratabileceğini savundu. TSK aleyhine faaliyette bulunduğunu düşündüğü cemaatler için hukuk devleti kapsamında tepkisiz ve etkisiz kalmayacaklarını hissettirdi.