Türkiye'de siyaseti gözlemleyip yorumlamak bazen bıktırıcıdır, çoğu zaman da yorucudur.
Bıktırıcıdır...
Çünkü tekrarlardan oluşan ve bazılarının
"Değişim" zannettiği bir tekdüzelik vardır siyasetin yansımalarında.
Kendi yaşadıklarımı düşününce, bu tekdüzeliğin hiç bitmediğini ama değişen zamanlara göre değişik kesimleri vurduğunu görüyorum.
28 Şubat post-modern darbesi gerçekleştiğinde hem günlük yazılarımı yazıyor, hem de bir
televizyon kanalında her akşam haber ertesinde yorum yapıyordum.
Önce benim ve eşimin yazılarımız kesildi.
O akşam bir
televizyon kanalında canlı yayındayken, bir gazeteci hanım bağlandı yayına...
- Barlasların susturulacaklarını onlardan öğrenmeden önce Başbakan'ın kardeşinin verdiği davette duydum, çok sevindim, dedi.
Kısa süre sonra da
televizyon kanalının patronu odama geldi.
"Eğer bizim kanalda yorumlara devam edersen beni batıracaklarını söylüyorlar" diyerek Ankara'dan aldığı uyarıları gözyaşı dökerek anlattı.
Doğru söylüyordu.
O dönemin güçlü bir bakanı kanalın Ankara temsilcisini
"Sizin patron batmak mı istiyor, neden hâlâ Barlas susturulmadı" diye azarlamıştı. Arkadaşım olan temsilci de bu olayı patronundan önce bana anlatmıştı.
Hatıra defteri Kanalın patronu
"Yorumlara devam edersen beni batıracaklar" deyince ben de ona okyanusu bir transatlantikte yolcu olarak geçen genç kadının hatıra defterine yazdıklarını anlatmıştım:
- 1'inci gün: Transatlantiğin kaptanı beni akşam yemeğine davet etti.
- 2'nci gün: Kaptan benimle beraber olmak istediğini söyledi... Reddettim.
- 3'üncü gün: Kaptan kendisiyle beraber olmazsam gemiyi batıracağını ve bütün yolcuların boğulacaklarını söyledi.
- 4'üncü gün: Gemiyi ve yolcuları kurtardım.
Bu fıkrayı anlatıp,
"Ben de sizi batmaktan kurtarıyorum " demiş ve yorumlarıma son vermiştim. O dönemde susturulmayan meslektaşlarım üzülmek yerine benimle ilgili jurnal yazıları bile yazıyorlardı.
Bir akşam kuşaklar boyudur aile dostumuz olan insanların da bulunduğu bir yemeğe davetliydik. Ancak bu davetteki insanların çoğu beni ve eşimi görünce sırtlarını dönüyor ve bizi görmezden geliyorlardı.
Eşim Canan Barlas
"Bunlar herhalde oğlumuzun düğününe çağırmadığımız için bize darılmışlar" deyince güldüm,
- Hâlâ anlamıyor musun? Biz rejim düşmanıyız, o nedenle bize selam bile vermiyorlar, dedim.
Sonra söylediğimi kanıtlamak için bize sırt dönen hanımlardan birinin yanına götürdüm onu.
Hem aptal hem cahil O hanıma şöyle dedim:
- Necmettin Erbakan bizim eve yerleşti. Artık bizimle yaşayacak. Hanım kötü kötü baktı bana... Konuşmaya devam ettim:
- Ama senin için iyi olacak bir haberim de var... Erbakan'ı artık günde beş vakit değil üç vakit namaz kılmaya ikna ettim. Hanım bu sözlerimi dinledikten sonra
"Bu iyi haber ama seni affetmemiz için yeterli değil" dedi. Ben de eşime dönüp
"Gördüğün gibi bunlar sadece kötü niyetli değiller cahil ve aptallar da" dedim.
Buna benzer durumları 1971'in 12 Mart darbesi ertesinde de yaşamış, yine susturulmuş ve izole edilmek istenmiştim.
Özetle her dönemde birileri susturulur ve buna da bazıları
"Değişim" der.
Bunları yaşamayanlar da hapse düşmüş bir meslektaşınız için yapılan toplantıya katıldığınızda
"Sen de mi Ergenekoncu oldun" diye kendilerince defterinizi dürerler.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 21 Mart 2009, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/21//haber,9723B24CB51F450090BC234182715F60.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.