Şu 29 Mart genel yerel seçimleri bir yapılıp bitse ve sonra hepimiz oturup evrensel akılla uyumlu uzlaşmalar aramaya başlasak.
Bu tür bir gerginlik ortamında sürekli yaşayan bir toplumun ruh sağlığını koruması mümkün değildir.
Her farklı düşünenin birbirinden nefret etmeyi
"siyasi tutum" zannettiği ve çoğulcu demokrasinin
"düşman kamplara bölünmek " diye anlaşıldığı bir ortamda, demokrasinin sağlıklı sürdürülmesi imkânsızdır.
Dünün mazlumlarının bugünün zalimleri olmaları
"ilahi adaletin yansıması" biçiminde anlaşıldığı sürece, bugünün zalimlerinin de yarının mazlumları olmaları toplumsal kaderimizin içinden çıkılması imkânsız kısır döngüsü biçiminde kalacaktır.
Siyasetin gerçekleri tabii ki görmezden gelinemez.
Siyasette birinin yükselmesi için diğerlerinin yükselmemesi, birinin kazanması için diğerinin kaybetmesi, işin doğasının gereğidir.
Ama tüm toplumsal yaşam böyle olamaz.
Bir gazetenin var olması için diğer bütün gazetelerin yok olduğu, bir girişimcinin kazanması için tüm diğer girişimcilerin iflas ettikleri bir toplum düzeni düşünülebilir mi?
Birlikte yaşayabilmek Üstelik çoğulcu demokratik siyasette kazananlarla kaybedenlerin birlikte yaşamaları da sistemin gereğidir.
Birbirlerini yok etmeyi ve demokratik rekabeti ölüm kalım savaşına dönüştürmeyi siyasetin gereği biçiminde görenlerin egemen olduğu ülkelerde, ne özgürlükler ne de istikrar korunabiliyor.
Herkesin kendisini, kendisinden farklı düşünenlerin hem savcısı hem de yargıcı olarak gördüğü bir ortamda, hukuk da adalet de çoğunluğun baskı araçlarına dönüşür.
İnsanlar düşündüklerini söylemekten korkarlar, çoğunluğun düşüncesi neyse onu tekrar ederler. Bireyler özgür ve özerk olmaktan ürkerler.
Neticede herkes kendi düşüncesinin egemen olacağı ve diğer düşüncelerin susturulacağı günün gelmesini bekler.
Kısır döngü hiç bitmez.
29 Mart genel yerel seçiminin sonucu ne olursa olsun, Başbakan Erdoğan muhalefete ve sivil toplumun tüm kesimlerine barış ve uzlaşma çağrısı yapmalıdır.
30 Mart günü
Türkiye mutlaka seçim kampanyasının gergin ortamını geride bırakmış olmalıdır.
AK Parti iktidarının çok ivedi biçimde AB'ye uyum reformlarına sarılmasını tabii ki beklemeliyiz.
AB hata yaptı Ancak bilmeliyiz ki gerçekleşmesi 1012 yıl tutacak üyelik süreci için eyleme geçmek, bir siyasi iktidarın en öncelikli icraatı olamaz.
Türkiye'nin üyelik sürecinin tarihini açık bırakan AB kurumları, ne yazık ki bu konunun Türk iç siyasetinin gündeminde de geri plana atılmasına sebep olmuşlardır.
Şu anda ülke gündeminin öncelikli maddesi, global ekonomik krizin
Türkiye'ye yansımalarına karşı önlemler almayı sürdürmektir.
Dış pazarlar felç olduğu için ihracata bel bağlamak yerine iç pazarlarda talebi artıracak ekonomik önlemler herhalde daha da geniş biçimde aranmalıdır. Son açıklanan ÖTV ve KDV indirimleri bu açıdan çok olumlu kararlardır.
Bu arada Türk reel sektörünün de kendi içinde birleşme arayışlarına girmeleri gerekiyor. GM gibi Ford gibi dev sanayi şirketlerinin iflas bayrağı çekmek üzere oldukları bir ekonomik ortamda
Türkiye'nin global ölçekteki orta ve küçük boyutlu işletmelerinin ne tür zorluklarla karşılaşacakları görmezden gelinemez.
Bu konuda Hükümet de yol gösterici roller üstlenmelidir.
Özetle şu 29 Mart gününün hızla gelmesini ve geride kalmasını bekliyoruz.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 16 Mart 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/16//haber,B4DCDB76F7F847D0887F981BE4AD441C.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.