İmzalı ilk yazım, 1970 yılının temmuz ayında
"Tiyatro" dergisinde yayınlandı, Nejat Uygur ve arkadaşlarının oynadıkları bir Moliere uyarlamasının, ünlü
"Cimri" den tornistan
"Varyemezoğlu" nun eleştirisiydi bu... Yazının bir yerinde,
"güzel bacaklarından ötürü", oyunculardan o sıra henüz on altı yaşında bir kız olan Müjde Gürel'i kutlamışım!... Bende de yaş on sekizdi... Poposunun üstüne çıkmış mini eteği ve
"apartman topuklu ayakkabıları" aklımda kalmış... (Müjde bunu okuyunca şırakkadak düşüp bayılacak... Ercan Bey, lütfen siz de olay çıkarmayınız...)
Daha sonra, uzun ve kısa çeşitli aralıklarla dergilerde, gazetelerde yazdım. Bunlar keyfe keder yazılardı.
Basına
"kadrolu" girişim, 1983 yılı sonbaharı... Dünya gazetesi...
Sabah gazetesinde
"köşe yazarı tabir edilen özel canlılar arasına girişim" de 1989 yılı eylül ortası... Hemen arkasından Berlin duvarı yıkıldı. O duvar, bugün birçok meslekdaşımın beyninde sapasağlam ayaktadır.
Lafı uzatmamak için seksenli yıllardaki dergi serüvenlerimi, doksanlarda
televizyon yıllarımı falan anlatmayacağım. Bilen bilir, bilmeyen de bilmeyiversin.
İçinde bulunmaya artık çok da fazla can atmadığım ve her an defolup gidebileceğim ve üstelik pek de üzülmeyeceğim
"medya" adı verilen bu çirkef çukurunda, bu puşt tarlasında, bu yılanlı delikte son zamanlarda uğradığım saldırılar üzerine bir
"durum muhasebesi" de yapmayacaktım...
Son günlerde, iki ayrı dünyanın insanı iki meslekdaş, hem de peşpeşe aynı konuya değinince, galiba yapmak gerekti.
Hani
"Marcel Proust soruları" var ya, en sevdiğiniz kelime, en sevdiğiniz ses, falan, insanın gizli kimliğini ortaya koyuyor,
"köşe yazarı" için de dört soruluk bir
"başarı testi" varmış. The
New York Times gazetesinin ünlü yazarı, yaşı bana yakın Thomas Friedman'ın öğütleriymiş bunlar, haberim yoktu.
Kendi kendime sordum bu test sorularını:
1) Okuyucu benim yazımı okuyunca
"vay be, bunu bilmiyordum" diyor mu? Diyen var, hem de çok.
2) Okuyucu yazımı bir solukta okuyor ve
"bugüne kadar ben bu meseleye hiç böyle bakmamıştım" diyor mu? Diyen var, hem de çok.
3) Okuyucu
"budur abi, nasıl ifade edeceğimi bilemezken tam da benim duygularıma tercüman olmuş" diyor mu? Diyen var, hem de çok.
4)
"Her iyi yazarın onca iltifattan sonra bir o kadar da ihtiyaç duyması gereken" okuyucu tepkisini gösteren,
"senden de, yazdıklarından da, bakış açından da nefret ediyorum" diyen var mı? Ohohooo, istemediğin kadar! Hem öyle fazla uzağa gitmeye de gerek yok bulmak için...
Ne dersin sayın okuyucu, sınavı geçmiş miyim?
Derdimi anlatmaya, bir yandan eğlendirirken bir yandan da sana birşeyler öğretmeye, seni sarsmaya, uyandırmaya, Kemal Tahir'in deyimiyle
"gerçek sandığın şeylerin önünde, arkasında, yanında başka gerçekler de olabileceğini" göstermeye çalıştım, belki başardım, belki başaramadım.
Başaramadıysam bağışla...
Diplomamı veriyorsan da, umarım hayatın dikenli yollarında birbirimizi yitirmeyiz, mezun olduktan sonra pek az öğrenci durup da arkasına bakar çünkü...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 21 Mart 2009, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/21//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.