Bitmez tükenmez, önemi yadsınmasa da gündeme bir kez daha gelince insanda temcit pilavı duyguları yaratan
anayasa değişikliği tartışmasına baktığımda, galiba diyorum bu iş
Tanzimat ve
2. Meşrutiyet öncesinde de böyleydi. Tanzimatta "münevveran" ne olursa olsun anayasaya (Kanuni Esasi) geçilmesini 2. Meşrutiyet öncesinde de ne olursa olsun anayasanın yeniden uygulamaya konmasını istiyordu. İnanıyordu ki bir kez bu adımlar atıldığında ülkedeki bütün sorunlar çözülecektir.
Cümlenin maksudu bir ama Osmanlı'nın
felsefe üretmek ve
eleştirel düşünmek konusundaki kısıtlı zihinsel yapısı inandığına "külliyen" inanmasına yol açıyor ve onu farkında olmadığı bir biçimde
"monist" (tekçi) düşünmeye itiyordu. Bu tek sorunlu ve tek çözümlü bir denklemdi. Osmanlı toplumbilim okumaya 2. Meşrutiyet döneminde başladı. Ancak ondan sonra öğrendi toplumsal sorunların bir hayli karmaşık olduğunu ve bir sorunun çözümünün çok bilinmeyenli denklemlere bağlı bulunduğunu. Bugün elbette Osmanlı düşünürleriyle aynı noktada değil
Türkiye. Çok daha gelişmiş bir zihin dünyasına sahibiz. Bugün eleştirel düşüncenin sınırları öncekiyle mukayese dahi edilemez.
Buna mukabil bir kere daha karşımıza gelen anayasa değişikliği konusundaki tavır alışlar ve o değişikliğe bağlanmış umut bana "tekçi" düşünmenin genetik yapımıza ne kadar işlediğini hatırlatıyor. Anayasa değişikliğini büyük bir iştiyak ve özlemle bekliyoruz fakat "Nasıl bir anayasa" sorusuna kimse doyurucu bir yanıt vermiyor. İdeoloji var mı Türkiye'de? Türkiye'deki toplumsal yapı bütün imkân ve gelişimine rağmen henüz sorunlara belli
sınıfsal perspektifler içinde ve sınıfsal tavırların önbelirlediği parametrelerle bakmaya olanak vermiyor.
Çok söylenmesine, hatta çok yakınılmasına rağmen ben Türkiye'deki siyasal tepkilerin kategorik ideolojik tercihler yansıttığı kanısında da değilim. Örneğin Türkiye'de bugün yerleşik, dinamik ve üretken bir sol perspektif yok. Ya da gene sistematik bir muhafazakâr yaklaşımdan söz açmak çok güç. Bunlar hiç bulunmaz Türk siyasal yapısında demek olanaksız ama mevcut halleriyle andığım ideolojiler çok bize özgü ve çok deforme edilmiş özelliklere sahiptir.
Bu açıdan bakınca liberalizmin o kadar etkili olmasına/görünmesine rağmen bütünüyle kayıp bir ideoloji olduğu açıkça söylenebilir. Aydına iş yüklemek Oysa bu ideolojiler
tarihsel bir kökenden kaynaklansaydı ve
sınıfsal itkilerle, Batı'da olduğu gibi ortaya çıksaydı, çok daha somut, yerleşik ve kategorik olabilecekti. O halde de eğer sorun anayasa değişikliği ise öneriler o muhakeme içinde hazırlanacak, geliştirilecekti. Bir kanadın diğerinden nerede ayrıldığı, uzlaşma noktalarının neler olabileceği daha başlangıçtan belirli olacaktı.
Sözünü ettiğim eksikliğin sonunda
toplum ve sınıflar bir kez daha kendilerinde olması gereken bir işlevi ve gücü, anayasa kurmanın en önemli kavramı olan
anayasama gücü ve yetkisini "delege" ediyor. Tıpkı 100 yıl veya 200 yıl önce olduğu gibi bugün de
o "delegeler" aydınlardır. Tartışmayı onlar başlatıyor, onlar sürdürüyor. Oysa aydın da artık sınıfsal bir aydın değil, hatta o özelliğini reddeden bir aydındır.
Sonuç olarak daha çok zihinsel bir muhakemeyle ve genel kabullere referansla ortaya getirilmiş taleplere dayanarak bir daha deneyeceğiz yeni anayasa yapımını. Öyle, bazen çok şey değişir ama her şey aynı kalabilir.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 20 Şubat 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/20//haber,3674E5D4CE2E403EAB9303AD1E457617.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.