"Tiyatro'ya adanmış bir hayat" deniyorsa, işte budur..
Dünyada hiçbir hayat, tiyatroya bu kadar karşılıksız adanmamıştır.
Gazanfer Özcan borçla öldü bilir misiniz?.. Hem de devlete.. Yani ölsen de kurtulamazsın.. Vârisleri için en akıllı şey, mirası reddetmek olacaktır. Maddi olanı tabii.. Manevisini ömürler, hatta kuşaklar boyu taşıyacaklar..
Çünkü İstanbul'un bir yerine, Gazanfer Özcan'ın heykelini dikecekler mutlak.. Şişli mi, Beşiktaş mı?. Yoksa yeni yapılan Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun önü mü, bilemem. Ama dikecekler..
Tiyatro için yaşadı, tiyatro için öldü..
Bilir misiniz,
Avrupa Yakası'nda tiyatrosunun perdesini açık tutabilmek için oynardı, tüm sağlıksızlığına rağmen.. Tiyatronun geliri ne ki ülkemizde.. Hele de çalışanların paralarını verebilmek öncelik olunca, vergiler gecikti, gecikince katlandı ve Gazanfer'in ödeme gücünün çok üstüne çıktı. Uğraş, didin takside bağlattı. Avrupa Yakası işte bu taksitleri ödüyor, tiyatrosuna haciz gelmesini önlüyordu.
Biz dostları iki elimizle bir uçkurumuzu toplayamadık ve Gazanfer'in, bu tiyatro anıtının borçlarını tümden kapatacak, ona rahat nefes aldıracak bir organizasyonu yapamadık.
Yaşadığı yoğun stres, aşırı yorgunluk ve kafasını yastığa koyunca uyumasını önleyen çözümsüz düşünceler mi yaklaştırdı ölümü ona hızla acaba..
Ama gitti..
Dostumdu, arkadaşımdı.. Önce tanıdım.. Bayıldım.. Tiryakisi oldum.. Ahmet'le (Kışlalı), Gazanfer'e gelirdik Ankara'dan.. İzlemeye.. Sonra tanıştık. Daha çok sevdim..
Oyunu izlerdim. Müthiş bir keyifle.. Ama asıl keyfim bitince başlardı. Kulise geçerdim hemen.. Odasında nefes nefese aynanın önünde otururdu, kendi yaptığı makyajını temizleyerek.. Sohbete dalardık.. Gazanfer'le hele de tiyatro sohbetine doyulmazdı.. Kan ter içinde olurdu.. Dinlenmesi gerekirdi, görürdüm..
Ama ne o beni bırakırdı, ne benim aklımdan gitmek gelirdi.. Öylesine sevişirdik..
Yani bir dost daha gitti..
Daha..
Son zamanlarda giden gidene..
Orhan Duru gitti.. Öncü'den beri arkadaşım.. Bir başka tiyatro adamı.. "Durdurun Dünyayı İnecek Var"ı çevirmemiş,yeniden yazmıştı adeta..
Dün oyuncu Mehmet Ulay'a rastladım.. "Önder'i kaybettik" dedi.. Onun ağabeyi, benim komutanım, ama aslında hem de ne yürekten dostum..
Muhabere Okulunda teğmenlik yaparken bölük komutanımdı. Muhteşem adamdı.. Herkes nasıl severdi. Biz teğmenler adeta tapardık. Öyle bir yürekti. Erken ayrıldı Ordu'dan.. TRT'ye girdi.. Ankara Televizyonuna Müdürlük yaptı. Ben o sırada İstanbul'a taşınmıştım..
Neriman Altındağ gitti.. Onunla hiç tanışmadık, ama aile dostumuzdu adeta..
Bandırma'da hele de kış gecelerinde sobanın başında toplandığımızda, hele radyoda türküler varsa, Anadolu'nun sesi türküler..
Bedri Rahmi'nin,
"Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım" dediği türküler..
"Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen..."
diye anlattığı türküler.. Bugünkü kadınsı sesle söylenen ne idüğü belirsiz arabesk rezillikler değil.. Anadolusu, Trakyası, Kafkasyası ile bu halkın öz türküleri başladı mı coşardık..
Neriman söylüyorsa hele..
Arkasından ağlayanların en genci benim yaşımdadır. Benden sonraki kuşaklar bu türküleri dinlemeyi unuttu çünkü..
Neriman da gitti.. Türkülerle birlikte..
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 20 Şubat 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/20//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.