Doğal, haklı ve kaçınılmaz olarak Başbakan Erdoğan'ın damgasını vurduğu Davos'u, daha doğrusu Erdoğan'ın Davos'u nasıl damgaladığını konuşuyoruz. Ne var ki, bir Davos daha var. O Davos dünyanın hem de çok ağır bir
ekonomik krizden geçtiği bir dönemde yapıldı ve
dünya finans kapitalinin en önde gelen isimleri orada görüşlerini, düşüncelerini dile getirdiler;
hem krizden nasıl çıkılacağını hem de kriz sonrasına nasıl bir dünya kurulacağını enine boyuna tartıştılar. Erdoğan'ın Davos'unu ortalık biraz yatıştığını varsayıp 'öteki' dediğim o Davos'a bakmak ve söz konusu krizin bundan böyle nelere gebe olduğunu bir parça gözden geçirmek gerekiyor.
Davos'un üç ekseni Bu Davos
üç ana eksende gerçekleştirildi. Dünya basınını ve ilgili literatürü izleyenlerin açıkça gördüğü gibi
bunlar Obama Amerika'sı, yoksulluk ve krizdi. 1. Obama Amerika'sı üstünde bu köşede bugüne kadar çok duruldu.
Ana unsurlarıyla ele alınması gerekiyorsa bu Amerika biraz daha sosyal, biraz daha demokrat ve biraz daha barışçıl bir Amerika olacaktır. Obama, Amerika tarihinin görmediği bir parayı yani
1 trilyon doları harcayarak bu krizden çıkmak istiyor. Bu plan yapıldı, şimdi Obama Kongre'yi ikna etmekle meşgul.
Paranın harcanmasında en önemli özellik yeni teknolojileri desteklemesi, hatta şart koşmasıdır. Örneğin otomobil endüstrisini kurtarmak istiyor Başkan ama şartı bu sektörün yeni teknolojileri kullanması. Bu hamlenin dünyada yeni bir etki yaratacağından kimse kuşku duymuyor.
2. Yoksulluk, Obama'nın Yemin Konuşması'na yansıyan bir unsurdur. Time dergisinin çok berrak bir biçimde gösterdiği ve dünyadaki sol kesimlerin yıllardır savunduğu üzere insanlığın karşısındaki en büyük sorun olma özelliğini koruyor bugün.
Dünyadaki gelir dağılımı eşitsizliğini bir tarafa bırakalım, sadece Amerika'da bile son 30 yılda en düşük gelire sahip % 20 gelirini ancak % 20 oranında artırırken en yüksek gelire sahip % 1'in geliri % 176 defa artmıştır. Böyle bir dünyanın hangi sancılara gebe olduğunu düşünmek bir muhayyile değil bir gerçekçilik işidir.
3. Şimdi gelelim kriz sonrası dünya meselesine.
Bu sorun bizi birçok bakımdan ilgilendiriyor.
Çünkü gerek sorunun çözülmesi gerekse krizden sonra oluşacak yeni düzen öncelikle sosyal devlet kavramına önemli bir darbe indirmeye aday ve gebedir. Öne sürülen ekonomik politikalar irdelendiğinde görülüyor ki, dünya yeni bir
korumacılığa yöneliyor.
Bu korumacılık birçok kesim tarafından
yeni Keynesçilik olarak görüldü. Oysa bu yanlış.
Devletin ekonomik alana müdahalesi bağlamında belki Keynesyen bir tutumdan söz edilebilir. Fakat yeni korumacılık klasik Keynesçiliğin içerdiği sosyal devlet özelliğini taşımıyor. Sadece bir istihdam ve yatırım politikası olarak devlet müdahaleciliğini yineliyor kapitalizm. Buna bağlı olarak ortaya daha da vahim bir tablonun çıkacağının ipuçları veriliyor.
Korumak ama neyi?.. Bu yeni tablo devlet müdahalesinin çok sert bir otoritarizmi yani devlet hâkimiyetini getirmeye adaydır. "Mevcut yapı krize yol açtı, daha otoriter, yoksulları, korumacılığı, sosyal politikaları dışlayan bir devlet krizi önleyebilir, tekrarlanmasına yol vermeyebilir" şeklinde bir mantığın şimdi kapitalist bloğa hâkim olması, hele hele az gelişmiş kapitalist ülkelerde kendisini enikonu hissettirmesi en büyük endişedir.
Bu esasında kriz-kapitalizm arasındaki klasik bağdır. Umarız Obama dönemi bu anlayışın serpilip gelişmesine yol ve izin vermez, sosyal devletin bunca yıllık dişle tırnakla elde ettiği birikim çarçur edilmez ama gene de Davos sonrası dünyada tehlike kapıda demeyi ihmal etmeyelim. Umarım yanılırım!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 6 Şubat 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/06//haber,3870F8DADEB84E558E91C09CABBAA076.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.