Sinemalarda şu sıralarda gösterime giren
Woody Allen'ın son filmi
Vicky, Kristin, Barcelona'yı izlerken aklımdan onun beni her zaman son derecede mutlu etmiş eski yapıtlarını geçirip, kendi kendime "Nereden nereye" dedim.
Hemen itiraf edeyim ki, Allen benim için zaten bir 20. yüzyıl sanatı olan sinemanın gene geçen yüzyılda yetiştirdiği en büyük isimler arasında yer alır. Her şey bir yana onun kendisine sinemadan
Bergman ve Antonioni'yi, edebiyattan
Dostoyevski'yi usta olarak seçmesi benim için yeter de artar. Bu aynı kan grubundan olduğumuzu gösteriyor. Onu 1980'lerin başındaki
New York günlerinde sabahları Central Park'ta koşarken hatırlıyorum. Hep öyle olduğu gibi birkaç kez karşılaştıktan sonra da Amerikalılara özgü sevecenliğiyle selamlaşmaya başlamıştık.
Kader, kısmet, tesadüf Allen son dönemde her yıl bir film yapıyor. (2009 filmini bitirmiş.)
Match Point 'le başlayan "yeni" dönem onun sinemasındaki iki büyük damardan birisini geliştiriyor. Bazı filmlerinde sinemanın en önemli
"komedi" dehalarından birisi olduğunu defalarca kanıtlamış Allen'ın öteki sineması işte o
Bergman-Dostoyevski kanalından gelen ve insanın
"siyah, karanlık, gizli" yanını deşmeye dönüktür.
Interiors, September, Another Woman bu anlayışın klasikleridir. Bunu yaparken de
Hitchcockvari gerilim unsurlarından alabildiğine yararlanır. Temel meseleleri arasında
tesadüf dediğimiz ve daima
kaderle gizli bir ilişki yaşayan o dramatik kavram olduğundan gerilim unsurunun Allen'ın sinemasında bulunması hiç de şaşırtıcı değildir.
Crimes and Misdemenors' un taçlandırdığı bu eğilim onun son filmlerinin de ağırlık noktasını kuruyor.
Entelektüelizmin sineması Buna rağmen bir farklılığı var bu filmlerin. 1972 tarihli
Play it Again Sam, her seyredişimde beni yeniden güldürmesine rağmen Woody Allen için yeni bir kulvar açıyordu ve o kanalın en önemli filmi
Annie Hall' du. Daha sonra yaptığı diğer komedi filmlerinde de Allen, elindeki malzemenin bütün güldürü özelliğini çok açık, çok net bir
entelektüelizme yaslıyordu. Şöyle veya böyle bu tarzı
Anything Else filmine kadar sürdü. Komedinin entelektüelizme yaslanmasını sağlayan, sadece Allen'ın anlattığı
New York entelektüelleri ve onların kendi küçük dünyalarındaki sorunlar değildi. Sinemanın tamamı o kanava üstüne gerilmişti. Filmin ana sorunsalının kendisi entelektüel bir meseleydi.
Bu çizgi
Deconstructing Harry ve Hollwood Ending gibi muhteşem bir finalle bitti bana göre. Allen hâlâ
"Karılar ve Kocalar" arasındaki o gel gitli ilişkiyi anlatıyor. Bu onun mesela
Melinda ve Melinda' da anlattığı öyküdür. Fakat dediğim gibi oradaki mesele çok daha karmaşıktır ve insanın içine doğru bir derinliğe açılır.
Post-entelektüel Allen Allen bu çok sevdiği, çok iyi kullandığı, her zaman çok başarılı olduğu konuya şimdi
Vicky Cristina Barcelona ile yeniden dönüyor ama çok çok önemli bir farkla: bu film bana göre
post-entelektüel dönemin filmi.
Son derecede hoş bir film, rahatça izleniyor, zevk alınıyor ama artık Allen bile o çok sevdiği konunun yani aşkın, iki insan arasındaki o tanımlanamaz ilişkinin ve onun tıkanıp başka insanlara doğru açılmasından bir hayli sıkılmış. Gitgide daha şematik bir kurguyla, öyle olmasa bile alaysı bir yaklaşımla yapmış filmi.
Yeni bir şey yok, sorgulama yok, herkesin bütün o Amerikan Protestanlığının getirdiği suçluluk duygusuna ve ahlaki kısıtlamalara rağmen her şeyi yapabildiği bir dünyanın görüntülerini koymuş ortaya. Düz,
sıradan ve "rahatlığa" dönük bir dünyanın ve katastroflar yaşansa bile sonunda bütün taşlarını yerli yerine oturtan, kimsenin daha fazla dertlenmediği ilişkilerin filmi. Postentelektüel bir perspektifin hâkimiyeti!
Evet, önceki filmleriyle
entelektüel dönemi ilan eden Allen şimdi de
entelektüel sonrası dönemi belirliyor. Buna bir ömür sinema denmez de ne denir?
Yayın tarihi: 10 Ocak 2009, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/10//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.