kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
27 Aralık 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Tarih-Lenk'in tırpanı

Son zamanlarda gitgide yaygınlık kazanan bir yaklaşımın beylik ifadesiyle söylemek gerekirse Türkiye tarihiyle yüzleşiyor ve doğal olarak tarih her geçen gün biraz daha fazla insanın dikkatini çekiyor. Çocukluğumda etrafa bakar ve emekli olan zevatın kendini tarih ve hatıra okumaya verdiğini görürdüm. Artık bu kısıtlamadan kurtulduk. Şimdi neredeyse her gün bir başka tarihsel gerçeği açıklama iddiasıyla yayınlanan bir başka kitabın binlerce okur bulduğunu izliyoruz. Sadece tarih kitapları değil tarihsel romanlar da bir o kadar ilgi topluyor. Türkiye tarihle yatıp tarihle kalkıyor.
Kendi kendime bunca kitabın doğru dürüst bir eleştirisi bile yokken içindeki bilginin doğruluğundan, gerçekliğinden nasıl emin olabiliriz ki, diye düşünürken Sabancı Üniversitesi'nden dostum tarihçi Y.Hakan Erdem'in çok uzun bir süredir yazdığını söylediği, bazı saptamalarını o süre içinde bizimle paylaştığı Tarih-Lenk (Doğan Kitap) kitabı geldi. ("Lenk" topal demek, Timur-Lenk 'teki gibi. Zaten kitapta da TarihLenk topal Timur gibi kasırga estiriyor.)

'Tarih-Lenk zalimdir'
Hemen belirteyim ki, bırakın popüler tarihçileri anlı şanlı tarih akademisyenlerinin yazdığı ve yayınladığı kitaplarda ne vahim hatalar barındırdığını eşsiz bir mizah duygusuyla gösteren ve başlı başına akademik bir emek olan bu kitabı çok büyük bir zevkle okurken, kendisine de söylediğim üzere, bir noktadan sonra daha fazla ilerleyemedim. Bir ara vermem gerekti.
Çünkü evet, çalışma alanlarımız farklıdır, onlar tarihçi bendeniz siyaset bilimciyim ama son kertede hepimiz üniversite veya akademia denilen aynı geminin içindeyiz ve tarihçilikle siyaset bilimi arasında bir Çin Seddi yok. Dolayısıyla Erdem'in akıl almaz bir emekle ve gerçekten keskin bir zekâyla bulup çıkardığı hatalar bana üniversite içinde, üniversite adına yapılmış hatalar olarak göründü ve ne yalan söyleyeyim bu kadar vahim bir durumu görmeyi bir noktadan sonra içim kaldırmadı. Kitabı bir ara bıraktım ama Erdem'in her birisi ayrı bir inci olan ara başlıklarına ve mizahına dayanamayıp ayrıca çok şey öğrendiğim için yeniden döndüm ve paldır küldür okuyup bitirdim.
Kitabın ayrıntılarını, kimlerin hangi hatasını söz konusu ettiğini benim burada sayıp dökmemin bir anlamı yok. Sadece üç noktaya değineceğim.

Beşer
de şaşar ama...
Birincisi, Erdem'in saptamaları ortadaki hataların sadece aşırmacılık, bilgi eksikliği, referans yetersizliği, yanlış kaynak veya kaynağı yanlış kullanmak gibi sorunlardan kaynaklanmıyor. Bunların hepsinin yerli yerinde olduğu, kullanıldığı metinlerde de hata dediğimiz şey devam ediyor ve edecek. Bu hazin durumun ana nedeni tarihçiliğin akademisyenler tarafından da "hikâye anlatımı" olarak görülmesi. (Hemen Batı dillerinde "historia" (tarih) sözcüğünün aynı zamanda "öykü" anlamı taşıdığına değinmeyelim, o bambaşka bir mesele.) Tersinden söyleyeyim, ana sorun bir tarihyazımı (historiography) sorunu ve bu da tarihyazımı metodolojisi eksikliğinden kaynaklanıyor. Evet, masallardan, esatirden söz etmiyorsa tarih yazıcılığı bilimsel bir iştir ve onun da kaynak, yöntem, muhakeme gibi "kuralları" vardır.
İkincisi, hata dediğim hadise. "Beşer şaşar", herkes hata yapar. Sorun hatanın bilinçli yapılması ve bu hatanın yukarıda belirttiğim gibi bir metot meselesi içinde tekrarlanması, yapısal bir özellik kazanması. Yani basit bir dil veya kalem sürçmesinden değil, kurgulanmış hatalardan ve hatada ısrardan söz ediyoruz.
Üçüncüsü, post modern tarihyazımı bize nesnelliğin ideolojik ve dolayısıyla öznel olduğunu öğretti. Fakat ideolojik bir çıkarsama yapılmasıyla nesnel bilginin nesnel yöntemler içinde kullanılması birbirinden farklıdır. Erdem'in kitabında ortaya koyduğu hata mızrakları bu çuvala da sığmıyor, belki ne yazık ki, belki çok şükür.
Hani bu kitabı okuduktan sonra önce ürperdim, sonra bir soluklandım ve kendisi de bolca yazan ve yazıyı hayatının merkezine yerleştirmiş birisi olarak kendimi de içine katarak söyleyebildiğim tek şeyi söyledim: Allah şaşırtmasın!