kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
10 Ocak 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Devlet gücünü kendi gücü sananları sonunda devlet çarpar

Teğmen, bölüğündeki acemi erlerle ilk buluşmasında Ahmet'e sorar:
- Vatan nedir?
Ahmet nefesinin yettiği kadar yüksek sesle cevap verir:
- Vatan benim anamdır!
Teğmen bu defa Mehmet'e sorar:
- Vatan nedir?
Mehmet de aynı yüksek sesle cevap verir:
- Vatan Ahmet'in anasıdır...
Kuşaktan kuşağa aktarılan bu askerlik fıkrasını sivil toplumumuza uyarlamayı denesek...
Farklı siyasal partileri tutan ya da farklı siyasal ideolojilere mensup insanlarımız sıraya dizilseler ve onlara birisi sorular sorsa:
- Devlet nedir?
- Adalet nedir?
- Yargı nedir?
Mesela AK Parti'nin kapatılması istemli dava veya Ergenekon davası benzeri konular gündemde olmadan bu tür sorular sorulsa, kim bilir ne sağlıklı cevaplar alınırdı.
Belki birileri "Devlet benim" diyen 14'üncü Lui'den giderek Max Weber'e kadar uzanan devlet tanımları yaparlardı.
- Devlet bir milletin yaşadığı coğrafi bir bölgede, belirli hukuk kurallarına göre fiziki güç kullanma ve cezalandırma tekelini elinde tutan, ordusu, bürokrasisi, yargı organları ve polisi ile bu kuralları da, sınırlarını ve bütünlüğünü de koruyan bir örgütlenme biçimidir.

Çifte standartlar
Belki bazıları bu tanımlamaya ek katkılarda bulunur, "Elitist devlet", "Bürokratik devlet", "Totaliter devlet" benzeri değerlendirmelerle konuyu açmaya çalışırlardı.
Belki Marksistler Komünist Manifesto'ya atıfta bulunup, devletin örgütlenmesinin burjuva sınıfının çıkarlarını korumaya dayalı biçimde oluştuğunu, adalet ve yargının da bu çerçevede ele alınması gerektiğini söylerlerdi.
Ama bu sorular güncel gelişmeler ele alınarak sorulduğunda, devlet de, adalet de, yargı da bazen Ahmet'in, bazen Mehmet'in anası olarak anlatılırdı.
Anayasa Mahkemesi'ne "367 Kararı" na dayanan dava veya AK Parti'nin kapatılması istemli dava gündeme geldiğinde, CHP sözcülerinin ve AK Parti karşıtı medya yazarlarının "Yargının bağımsızlığı" ilkesine ne kadar bağlı ve saygılı olduklarını hatırlayın.
Buna karşı Ergenekon davası gündeme gelince de, aynı çevrelerin yargıya ne kadar az güvendiklerini gözlemleyin.
Bu durum her kesim için aynıdır. Geçmişte bir askeri darbe solcuları hedef alınca, mukaddesatçı kesimler "Peygamberin ordusu" diye darbeye övgüler düzmezler miydi?
Bu hep böyle gidemez ve gitmemelidir. "Hukuksuz devlet, örgütlenmiş şiddettir" gerçeğini bütün farklı siyasi görüş sahipleri kabul etmek zorundadırlar.

Egemen Bağış
Bütün bu güncel gelişmelere dayalı kavram ve değer kargaşası arasında, Egemen Bağış'ın AB ile müzakereden sorumlu Bakan olarak atanması, günün en olumlu haberidir.
Bu atama marttaki genel yerel seçim sonrasında AK Parti iktidarının AB'ye uyum konusunda yeni bir atılım başlatacağının habercisidir.
Neticede bugün AB'ye ne kadar karşı olsalar ve olanca güçleriyle 3'üncü Dünyacılık yapsalar bile, bir bölüm Ergenekon sanıkları hukuksuzluğa veya adaletsizliğe hedef oldukları takdirde, haklarını arayacakları zemin "Avrupa hukuk mevzuatı" olacaktır. Devletin ve devlet kurumlarının belirli kesimlerin ideolojilerine veya çıkarlarına uygun biçimde ve kötüye kullanılmasının bir noktada sona ermesi gerekmektedir.
Bunu "Avrupa Birliği üyesi Türkiye" hedefine ulaştığımız zaman gerçekleştireceğimizi düşündüğümüz için, Başmüzakereci olarak Egemen Bağış'ın atanmasını, Gölbaşı'nda yeraltından çıkan silahlar kadar önemli buluyoruz.
O gün geldiği zaman Batı basınında "Türk ordusu rahatsız" diye başlıklar çıktığı zaman, bunların altındaki yorumlarda, ordunun darbe tahrikçilerinden ve militarizm heveslilerinin varlığından rahatsız olduğunu okuyacağız.