Cem Erciyes ve
Abdullah Kılıç'ın
TRT 2 'de hazırladıkları programa katılıp
Mehmet Akif Ersoy 'un 72. senei devriyesi nedeniyle ondan ve şiirinden başlayarak çeşitli konular etrafında çok güzel sohbet ettikten sonra dışarı çıkıp, eve dönerken taksinin içinde aklımdan o ana kadar bu kadar net biçimde canlanmamış bir düşünce geçti:
Türk siyasal modernleşmesi şairlerin eseridir. Kimilerine biraz abartılı bir ifade olarak görülebilir ve işin kuramına da aykırı gibi durabilir ama şöyle bir düşününce bizdeki modernleşmenin, hem de her düzeyde bir
şairler modernleşmesi olduğunu anlamak kabil.
Nasıl olmasın?
Namık Kemal'le gelen Daha öncesi de var ama iş sistemli olarak
Namık Kemal'le başlıyor ve onun bir yanardağ gibi gürül gürül gürlediği şiirin çeşitli nesilleri etkilemesiyle devam ediyor. Özellikle
Kayahan Özgül 'ün ve son olarak da
Ali Budak'ın kitaplarında izlenen Osmanlı son dönem dönüştürücü şairleri arasında adı sayılan irili ufaklı ama hepsi önemli diğer şairleri bir yana bırakırsak bu dalganın ikinci büyük darbesini indiren şair
Tevfik Fikret 'tir. Bu iki büyük şairin şöyle veya böyle sürdürdüğü birbirine benzer çizginin öte yakasında
Mehmet Akif yer alır ve kısa bir süre içinde de
Fikret'le Akif ayrıştırıcı etkisi bugüne kadar devam eden büyük
kavgalarına tutuşur.
Yüzyıl başındaki yenilenmenin salt siyasetle ve siyasal kavramlarla sınırlı kalmayıp aynı zamanda bir estetik ve zihinsel kompozisyon yaratma yönündeki "devrimci" hamlesi
Yahya Kemal'le yeni bir dönemeç alır.
Yahya Kemal'de siyaset açık değildir; farklı bir düzeyde daha kapalıdır ama kurduğu zihinsel kompozisyon bakımından çok etkilidir.
Yahya Kemal'den sonra
Nâzım Hikmet devreye girecek ve gene sadece şiirin değil toplumsal bilincin dönüştürülmesinde de etkili olacaktır.
Nâzım Hikmet'ten sonra yeni bir oluşum başlar. Şairler artık sadece şiirleriyle değil ondan daha fazla yazdıklarıyla da toplumu zorlayacak, dönüşümünü etkileyecektir.
Necip Fazıl'ın
Büyük Doğu macerası bu bakımdan çarpıcıdır.
Daha sonraki döneme gelindiğinde siyasete elini sürmemiş, siyasal bir çaba göstermemiş, siyasetin içinde soluk alıp vermemiş şair bulmak neredeyse imkânsız gibidir.
Attilâ İlhan bunun son ve büyük örneğini teşkil eder. O kadar ki,
bu büyük şair ve romancı öldüğünde edebiyatçılığını topluma bizzat kendi eliyle unutturmuş ve halkın belleğinde, kendi tabiriyle bir "komitacı", "Gazici" bir şair olarak kalmayı tercih etmişti. Sadece şiirle değil Dikkat edilirse buraya kadar andığım isimlerin hiçbirisi mesela
Behçet Kemal Çağlar gibi şiirini belli bir ideolojinin dümen suyuna sokmuş, onu terennüm eden şairlerden değil. Her birisi kendi siyasaltoplumsal sistemini (şu ya da bu ideolojiden elbette etkilenmiş olarak) kendisi kurmaya çalışmış şairlerdir.
Batı'da da faşizmin veya sosyalizmin doğuşunda şairler etkilidir. Ne
Marinetti'nin bu yöndeki çabası unutulur ne de
Mayakovski'nin; ama bizdekinin çok daha farklı olduğu yukarıda birkaç örneğe bakarak hemen anlaşılabilir. Bu belki Osmanlı modernleşmesinin bir özelliğidir; belki edebiyatın bizde gazeteden, toplumsal bir işlev ve görev üstlenerek doğuşunun ve daha baştan itibaren "toplumcu" oluşunun bir sonucudur. Ama bizde toplumsal dönüşümün "reçetesinin" bu şairlerin sistemli yazılarında ve kavgalarında ortaya çıktığı değirmen taşı ağrılığında bir gerçektir. Buna içlerinde en zayıf ve hazin halka olan
İsmet Özel de dahildir, buna
Sezai Karakoç da dahildir.
Belki biraz bu nedenle bizdeki toplumsal düşünce fazla gevşek dokulu ve fazla romantiktir ama öyle anlaşılıyor ki, üstünde düşünmemiz gereken şey
şiirin değil şairin kavgasıdır.NOT: Çeşitli kurum ve kişilerden yılbaşı nedeniyle hediyeler gönderiliyor. Hepinize müteşekkirim. Fakat değeri 100 YTL'den fazla olan hiçbir armağanı kabul etmeyeceğimi mahcubiyetle de olsa belirtmek istedim.
Yayın tarihi: 29 Aralık 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/29//haber,101FB0EDDEC1460F8FE9AEE4C90409D2.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.