Geçen haftanın olayları tıpkı zincirleme nükleer reaksiyon gibi bir biri ardınca patladı ve Obama'nın başkan seçilmesine sevinen (hatta bu uğurda
44 yaşındaki Obama için 44 kurban kesip kanını posterlerine süren,
onun Hüseyin adı nedeniyle "yarı yarıya Müslüman" olduğunu belirtip kendisinden "tam Müslüman" olmasını isteyen "Türk milleti olarak buna çok sevineceğimizi" belirten Vanlılarla birlikte)
Türkiye hızla Kürt sorununu tartışmaya başladı.
Hemen belirteyim ki, iki olgu arasında belki yoğun ve karmaşık ama kesin ilişki var.
"Zeitgesist" denilen
"zamanın ruhu" böyle bir şeydir. İki ayrı ülke, farklı meseleler etrafında benzer yöntemlerle bir sorunu tartışırlar. İş onların arasındaki
"ilişkiyi" değil
"ilişkililiği" bulup ortaya çıkarmaktadır. Biz de bu yazıda ve sonrasında bu iki olgu arasında bu türden nasıl bağ kurulabileceğini sorgulayalım.
Tiranın yumuşaması İşin özü şu ki,
Obama'nın seçimi bizde yazılıp yorumlandığı ve daha önceki bir yazımda itiraz ettiğim gibi öyle
radikal bir değişime tekabül etmiyor . Ama Obama'ya
"siyah derili (hele 'maskeli') beyaz" demek de fazlasıyla ağırdır. Obama sistemde köklü değişikliğe gitmeyecek, yeni bir oluşumun simgesi ve uygulayıcısı olacaktır.
Yeni oluşum neredeyse bir "tiran" olarak dünyayı yöneten ABD'nin bundan böyle daha "yumuşak güç" olarak bu "işlevini" yerine getirmesidir. Obama bu yeni modeli uygulayacaktır. İki teori arasında Bu tanımın altında karmaşık bir mekanizma yatıyor. Çünkü,
ABD, bugünkü tiran konumuna 11 Eylül sonrasında geldi. Amerika Bu 11 Eylül'ü Çok Sevdi adlı kitabımda da göstermeye çalıştığım gibi
11 Eylül'de yapılan ("gizli" ayrıntıları hâlâ meçhul olan) saldırı dünyayı Soğuk Savaş sonrası yeniden iki kutuplu hale getirmek için kullandı . Bu model iki teori arasında gelişti.
Önce
Fukuyama'nın "tarihin sonu" teziyle dünyanın
"Yeni Sağ" politikalara teslim edilmesi gerektiği saptandı, ardından
Huntington'un "medeniyetler çatışması" teziyle ABD'nin dışında kalan (İslam ağırlıklı olduğu kabul edilen) dünyaya hâkimiyetinin zemini hazırlandı. Bu iki saptama ABD'nin içinde ve dışında tüm politikalarını zıtlık ve çatışma üstüne oturttuğunu gösteriyordu.
İki devlet arasında Bu özünde bir çelişkiydi.
Çünkü 2001'de böyle bir model devreye girerken dünya aynı zamanda ulus devlet ötesi, çokluluk ve çoğulculuk anlayışına dayalı bir genel sosyo-politik tercih içindeydi ve onu geliştirmekle meşguldü. Yani, bir yanda modernite ve onun kurucu kimlik etrafında biçimlendirdiği ulus devlet (federal bir sistemin mevcudiyeti bu gerçeği değiştirmez) öte yanda ulus devletin bu kurucu-egemen kimliğinin dışında bir yeni oluşum arayışı. Bu dönemi
ulus devlet sonrası dönem diye tanımlamak daha baştan yanlıştı ve hepimiz o yanlışı yaptık. Dönemin daha gerçekçi biçimde
yumuşak-ulus devlet sonrası dönem diye tanımlanması gerekiyordu.
İki kimlik arasında Buradaki detay kurucu kimlik dışında kalan ama aynı toplumda yaşayan, var olmaya devam eden diğer kimliklerin kendilerini nasıl ifade edeceğindeydi. O ifade
siyasal bir ifade mi olacaktı,
kültürel bir ifade mi?..
Şimdi
çözüm kültürel ifade noktasında düğümleniyor .
Yani hâkim kimliğin oluşturduğu ulus bilincinin bir kere daha öne çıkarıldığı, diğer kimliklerin bu şemsiye kimlik kabulünü benimseyerek kendilerini bir siyasal talepte (dolayısıyla ulus devletin toprak bütünlüğüne dönük sorgulamada) bulunmadan kültürel olarak ifade ettiği yeni bir model arayışı.Obama işte bu yeni anlayışın ismidir ve kabaca söyleyeyim,
çokluk içinde birlik düşüncesinin gerek ABD'de, gerekse dünyada yerleştirilmesini sağlamanın ismi olarak ortaya çıkmıştır: "siyahım ama Amerikalıyım, çoğulculuğun simgesiyim ama bütünlüğün de savunucusuyum" diyecektir!
Bunun size hatırlattıklarını çarşamba ele alayım.
Yayın tarihi: 10 Kasım 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/10//haber,D211C7E2ED2145C9B73D1F59E68015E6.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.