Ne dersiniz? Gerçekten renkli televizyondan önce rüyalarımızı da siyah-beyaz mı görürdük? İngiliz The Daily Telegraph gazetesindeki habere göre, Dundee Üniversitesi'ndeki psikoloji araştırmacısı Eva Murzyn, böyle bir hipotezi ortaya atmış.
Buna göre 25 yaşın altındakilerin hemen tümü rüyalarını renkli görüyormuş. Buna karşı yaşları 55'in üzerinde olanların rüyaları siyah-beyazmış.
Aynı habere göre 1915 ile 1950 arasında yapılan bütün araştırmalarda rüyaların siyahbeyaz olduğu saptanmış. 1960'lardan sonra ise, renkli rüya görenlerin oranı yüzde 83'e çıkmış.
Belki doğrudur Eva Murzyn'in ortaya attığı bu hipotez.
İletişim Çağı'nın rüyaların çok renkli olmasına dayanmasını bir kenara itsek bile, toplumsal ve siyasal yapıdaki eskisinden farklı çok renkliliği görmezden gelemeyiz herhalde.
Örneğin siyaseti anlamaya çalışırken
"Merkez-Çevre" ilişkilerine öncelikle bakardık. Alışılmış bakış açısına göre Osmanlı'nın
"Reaya" dediği
"Çevre" yi
"Köylü ve halk" temsil ederdi. Buna karşı
"Enderun" denilen asker ve sivil yöneticiler de
"Merkez" i oluştururdu.
Bu büyük
"dualizm" di.
Merkezdeki iki başlılık ise, özellikle demokrasi ile ortaya çıktı.
Merkez nedir? Gerçi daha önce de
"Medrese-üniversite" veya
"Yeniçeri-düzenli ordu" benzeri ikilikler vardı.
Ama demokraside
"Çevre" oy sandıkları aracılığı ile merkeze taşındı.
Bu şekilde merkezde
"Seçilmişler-atanmışlar" ikiliği gündeme geldi.
Bu arada AK Parti'nin bir
"Çevre partisi" olduğu çok yazılıp, söylenmedi mi?
Her şeyin ve hatta rüyaların bile değiştiği bu çağda, merkezin de değiştiği gerçeği pek önemsenmedi.
Yusuf Kaplan yıllar önce "Merkez"i irdelerken Amerikalı sosyolog Edward Shils'e atıfta bulunmuş ve şöyle yazmıştı:
-Toplum, bir merkeze sahiptir. Toplumun yapısında bir merkezi bölge vardır. Topluma ait / üye olmak, bu merkezi bölge ile kurulan ilişki tarafından şekillendirilir. Shils, 'merkez' veya 'merkezi bölge' kavramlarını ise çok açık ve net bir şekilde şöyle tanımlıyor: 'Merkez veya merkezi bölge, toplumun değerlerinin ve inançlarının alanına giren bir fenomendir. Toplumu şekillendiren semboller, değerler ve inançlar düzeni toplumun merkezini oluşturur. Yusuf Kaplan, buradan giderek
"Türkiye'de toplumun değerleri, sembolleri ve inançları merkez'i oluşturmuyor; tam tersine toplumun değerleri, sembolleri ve inançlarının merkezi oluşturmayacağı; hatta bunların 'irtica kapsamına girdiği' ve 'tehlike' olduğu söylenebiliyor" eleştirisini getirmişti.
Aslında içinde bulunduğumuz dönemde
"Çevre" nin ne olduğu konusunda da bu tür tahlillere ihtiyacımız var.
Hangi çevre? Geniş açıdan bakıldığında ve globalleşmenin yansımaları hesaplandığında, Brezilya veya NewYork Borsası da,
Avrupa Birliği de, Yeşiller de çevreyi oluşturuyor ve bunlar merkezi zorluyorlar.
"AK Parti çevre partisi" yargısını seslendirenleri ise
"Hangi çevre" sorusu bekliyor.
Dünkü Star'da Eser Karakaş, bu konunun çok yoğun biçimde gündeme geleceğinin işaretini şu cümlelerle vermişti:
-Erdoğan Ankara'da etkinlik arayışında merkez yerine AB desteğini aldığı için siyasi başarısını, ekonomik büyümeyi 2003-2007 arası zirveye taşıyor ve tüm zorluklara karşın iki seçmenden birinin oyunu alan bir lider oluyor. Ama galiba kader yine ağlarını örmeye başlamış gibi görünüyor ve merkezle, statükoyla uzlaşıda Erdoğan da galiba eski örneklere benzemeye başlıyor.
-Ekonomik ve kültürel çevrenin Ankara'ya taşıdığı siyasetçilerin her seferinde merkezin parasal ve pozisyonel rant ateşine kapılıp yanarak erimesi
Türkiye'ye büyük zaman kaybettiriyor. Çevre, statükoya rağmen, yeni bir dalga üretiyor, muhtemelen bir kez daha üretecek ama bu arada olanlar geciken özgürleşme, demokratikleşme, zenginleşme taleplerine oluyor. Ve en önemlisi, AB treni bir kez daha kaçıyor ya da rötar yapıyor. Sayın Erdoğan bugün kurduğu ittifaklara bakarken 28 Nisan sabahında yanında kimlerin olduğunu da hatırlamalı diye düşünüyorum.
Yayın tarihi: 21 Ekim 2008, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/21//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.