kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
21 Ekim 2008, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
MAHMUT ÖVÜR

'Ergenekon' yargı önünde

Susurluk skandalı patlayana kadar bu topraklarda yaşanan her karanlık olayın arkasında hep "yabancı parmağı" veya "irticacı, bölücü bir güç" gösterildi, öyle algılanması da istendi. Bu yaklaşımın doğru yanları olsa da yanlıştı. Durumu tam anlatmıyordu.
Rahmetli Uğur Mumcu'yu okuyarak büyüyen biri olarak, onun iz süren yazıları gerçeğe daha yakındı. Ağırlıkla hep yabancı servisler ve onlarla işbirliği yapan "Ülkücü" geçinen yerli "çete" lerden söz ediyordu. Susurluk bu iki yaklaşımı da aşan bir gerçeği ortaya çıkarttı.
Sadece dış bağlantılı bir grup çetecinin Türkiye'de faili meçhuller işlemediğini, suikastlar planlamadığını, bizzat devletin de işin içinde olduğunu gösterdi.
Bu kurduğumuz devletle yüzleşmek açısından bir ilkti.
Susurluk Raporu'nu yazan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş
bu gerçeği raporunda şöyle dile getiriyordu:
"Susurluk, Ankara'daki tercihlerden kaynaklanmış, OHAL bölgesinde gelişmiş ve ülkenin büyük merkezlerine taşınmış, oralardaki uygun olay, kişi ve grupları bünyesine alarak genişlemiştir. Neticede çok yönlü ve derinliğine bir ilişkiler yumağı oluşmuş, devlet kurumları ve yöneticiler bilerek bilmeyerek devrede olmuşlardır. Bu olay devlet kurumları ve yöneticilerle ilgili olmasa, sadece önemli bir polisiye hadise haline gelecek, basının 3-5 günlük ilgisinin dışında sansasyonel bir etkisi olmayacaktı."
Bu insanı sarsan tespite rağmen Susurluk'ta yargı süreci işletilmedi. Öyle ki, o organizasyonun içinde adı geçen Veli Küçük, bırakın yargılanmayı Meclis Araştırma Komisyonu'na ifade vermeye bile gitmedi.
Ama ilk kez devlet "suç" işlediğini itiraf etti.

İkinci Susurluk vakası
Şimdi bu sürecin tam on yıl sonra ikinci aşamasındayız. Ergenekon aslında ikinci Susurluk davasıdır. Bu kez içine "sol" da girdi.
Dava başladı.
Bu davanın çok geniş tutulması, yüzlerce dosyadan oluşması, yargılama sürecinin sağlıksız ve hukuka aykırı yapıldığı iddiaları tartışılabilir ve tartışılacak.
Ama Ergenekon davasını, Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından önemli kılan iki somut yan var.
Birincisi ilk kez Danıştay baskını, Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasıyla Ümraniye ve Eskişehir'deki bombalar arasında ilişki kurması.
Eğer Ergenekon yargılamasında bu ilişki kanıtlanırsa tarihi bir dönüm noktası olur.
İkincisine gelince...
Türkiye ilk kez tutuklanan iki orgeneralin yargılanmasına tanık olacak. Henüz iddianame hazırlanmadı ama tutuklanma gerekçesi ortada.
Bu konuda karamsar bir tablo olmasına rağmen bu yargılamanın darbelere karşı bir davaya dönüşeceği bekleniyor.
Doğrusu siyaset de, devlet de hatta toplum bile alışkın olmadığı bir döneme giriyor.
Devlet adına suç işledikleri Susurluk'ta kayıt altına alınan devleti yöneten etkili isimler ve dün darbe girişimi planlayanlar bugün sıradan insanlar gibi yargılanıyor.
Hem de sivil dönemde...
Tabii ki bu süreç kolay geçmeyecek.
Ama demokrasiye, hukuk devletine sahip olmak da kolay değil.
Susurluk döneminde asker kişilerin neden yargılanamadığını sorduğum bir mafya mensubu şöyle diyordu:
"Beş bin yıllık bir geleneğin temsilcileri bu devlet için canını ortaya koyanları kolay kolay teslim etmez."
Nerden nereye...
Türkiye iyiye doğru gidiyor.