Behice Boran, Bahçelievler katliamında öldürülen TİP’li gençlerin cenaze töreninde, partililerle...
Ekilmiş tohum yeşerecektir...
Behice Boran, Türkiye'de siyaset sahnesinde ilk kadın parti başkanı olarak yer aldı. Hem de sosyalist bir partinin başkanı olarak parlamentoda yer aldı ve Cumhuriyet tarihinin unutulmayacak kimliklerinden biri olarak öne çıktı. 10 Ekim cuma günü ölümünün 21. yıl dönümüydü. Türkiye'de muhalif aydınların hemen hepsinin başına gelenleri yaşadı: Üniversiteden uzaklaştırıldı, tutuklandı, yargılandı, cezaevinde yattı, sürgünde yaşadı. Brüksel'de ölen Boran'ın cenazesi Türkiye'ye getirildi ve TBMM'de düzenlenen bir törenle toprağa verildi. Ne de olsa artık ölü bir sosyalistti. Ölüm yıldönümünde Boran'ı, partili arkada.ı, eski reklamcı, iletişimci Ersin Salman kaleme aldı..
Yıl 1965: Mutluluğun resmi...
Bir arkadaş, yıllar yıllar sonra bir resim gösterdi. "Bak bakalım," dedi, "burası neresi çıkarabilecek misin?" Baktım, bir kapalı salon toplantısı... Fotoğraf, sahne yönünden salona doğru çekilmiş. Kadın erkek, yaşlı genç, üst üste, yan yana bir sürü insan... Fotoğrafın çekildiği yöne doğru bakıyorlar. Anlaşılan o ki, olağanüstü hoş bir bir şey izliyor ya da müthiş birini dinliyorlar... Bir an baktım, tereddütsüz yanıtladım: "Büyük Sinema Toplantısı"... Arkadaşım şaşkınlıkla sordu, "Nereden bildin yahu, birini mi tanıdın?" "Hayır," dedim, "kimseyi tanıyacak kadar incelemedim..." "Peki nasıl bildin o zaman, hiç düşünmeden?" Dedim ki, "İinsanların gözlerinden bildim. Işıl ışıl bakışlarından, dizginleyemedikleri coşkularından, yüzlerinden fışkıran sevinçten bildim." O resim, Büyük Sinema Toplantısı'nın resmiydi. Bu ülkede sosyalizmin çok yakın bir zaman sonra, heyecan verici bir ütopya olmaktan çıkıp, bir yaşam biçimi haline geleceğine inananların resmiydi. Başka bir resim olamazdı, o resim mutluluğun resmiydi.
1965 seçimleri öncesiydi... Türkiye İşçi Partisi, bizim partimiz, namuslu, dürüst, bilgili, emeğe saygılı, cesur ve iyi insanların partisi, Ankara'da ilk büyük toplantısını yapıyordu. Yanılmıyorsam bir cumartesi günüydü... Toplantı öğleden sonra saat 2'de başlayacaktı. İçeri girebilmek için 10 matinesinin bitmesini bekliyorduk. Saat 12'de kapılar açılacak, filmi izleyenler salonu boşaltacak, biz Türkiye İşçi Partisi toplantısına gelenler içeri girecektik... Bekleyiş nihayet bitti, saat 12 oldu, kapılar açıldı. Ama o da ne! Kimse dışarı çıkmadı... İnsanlar gelmişler, sabah seansına biletlerini almışlar, filmi izlemişler, şimdi de yerlerinden kalkmıyorlardı...
Büyük Sinema, sahiden büyük bir sinemaydı. Balkonuyla birlikte sanırım 1.500-2000 kişilik kapasitesi vardı... Söylediğim gibi içeridekilerin çoğu dışarı çıkmadı, kapıda bekleyenlerden de girebilen herkes içeri girdi. Salonda 3.000-3.500 kişilik bir kalabalık oluştu... Sonradan girenlerin çoğu ayakta, oturanlar sıkış tıkış, bir kişilik yerde iki kişi, aradaki bütün boşluklar dolmuş!.. Velhasıl müthiş bir yoğunluk. Ama durumdan yakınan bir kişi bile yok. Hatta herkes, bu yoğunluktan ayrıca mutluluk duyuyor!.. İşte bakın, hep beraber iktidara yürüyoruz!
BİZİMKİLER MÜTHİŞTİ!
Gözümüzde sevinç yaşları, kalbimiz güm güm atarak dinliyorduk bizimkileri... Mehmet Ali Aybar'ın gür sesi insanın içine işliyordu... Diyordu ki Genel Başkan, "Maya tuttu arkadaşlar, gün bu gündür, nasırlı eller Meclis'e!.." Yaşar Kemal, "Yıllarca bizi aç kodular," diyordu, "süründürdüler, umarsız bıraktılar bunlar, ama şimdi umar var, şimdi ışık var!.." Çetin Altan "r" seslerini "ğ" olarak telaffuz eden o sıcacık konuşma üslubuyla inanılmaz güzel bir gelecek panoraması çiziyordu... Sadun Aren, takımlara eşitsiz koşullarda futbol oynattıklarını anlatıyordu: "Bizim kalemiz geniş, onlarınki dar. Üstelik onlar yokuş aşağı hücum ediyorlar, bizim yokuş yukarı anamız ağlıyor. Onlar tekme atıyor, çelme takıyorlar, bizim, topa sol ayağımızla vurmamız bile yasak!.." İşi basitleştiriyor, lafı bozuk para yapıyor, anlaşılır şeyler konuşuyordu Sadun Hoca, herkes mutluydu...
Derken, o çıkıyordu kürsüye! Güzelim endamıyla, çıtı pıtı ama kararlı adımlarıyla, tınlayan genç kız sesiyle... Sanki bir bahar esintisi gibi... Hayır, bir rüzgar gibi... Hayır, bir sağanak gibi, bir çağlayan, bir türkü gibi... Çıkıyordu, Behice Boran... Böyle bir kadını hiç görmemiştiniz... Kürsüde bir lider konuşuyordu sizi sürükleyen... Bir öğretmen vardı ders anlatan... Bir arkadaştı oradaki, uzansanız elini tutabileceğiniz... Ve bir sevgiliydi o, göz göze gelmeyi hayal bile edemeyeceğiniz...
Yıl 1976: Dayanışmanın resmi...
Zamanı ileriye 11 yıl kadar saralım. Arada 12 Mart 1971 darbesi yapılmış, partimiz kapatılmış, yatanlar yatmış, çıkanlar çıkmış, parti yeniden kurulmuş, 1976'ya gelinmiştir...
Şili'de 1973 darbesi yapılmış, Başkan Allende, pek çok demokrat, yurtsever ve sosyalistle birlikte katledilmiştir. Şili Komünist Partisi Başkanı Corvalan ve yoldaşları hapistedir... Gün, uluslararası dayanışma günüdür. Spor ve Sergi Salonu'nda (şimdiki Lütfi Kırdar) Türkiye İşçi Partisi'nin "Şili Halkıyla Dayanışma Gecesi" vardır ve sürgündeki Şilili sanatçılar İsabel Parra, Angel Parra ve Patricio Castillo aramızdadır.
Ankara'daki o ilk toplantının üstünden geçen 11 yıl içinde kimbilir kaç kez izledim Boran'ı kürsülerde. Bu kez uluslararası dayanışmanın önemini vurguluyor... Sesi hâlâ kulağımda, bütün dünya insanları adına yükseltiyor talebini: "Şili'nin yiğit Başkanı Allende'nin anısı önünde saygıyla eğiliyor ve Şili'deki tüm siyasal tutuklulara, Luis Corvalan'a özgürlük diliyorum. Özgürlüğü, dilemekten de öte, talep ediyorum!"
Sunuculuğu Genco Erkal ve Meral Taygun yapıyordu. Ben, üç ya da dört kamerayla geceyi filme kaydetmekle uğraşıyordum... O olağandışı geceden kalbime -ve 35 mm'lik film pelikülüne- kazınmış olanlar, sadece büyük bir coşku, imbikten süzülmüş bir duyarlılık ve sevgiyle taçlanmış bir dayanışma duygusu değil. O gece orada, sert bir mücadele ortamında çok zor yakalanabilecek bir şey gerçekleşiyordu: Olgun bir insan elinin sıcaklığı yansıyordu çevreye. Öfke sevgiyle bütünleşiyor, slogan müziğin içinde eriyor, bağırganlığını yitiriyor, yumuşuyordu... Politik bir dayanışma toplantısının, hem böylesine etkili, hem de bu kadar duyarlı ve incelikli olabilmesinin sırrı nedir diye düşündüğümde, bugün gözümün önüne -tıpkı Ankara'daki Büyük Sinema Toplantısı resmindeki gibi- insan yüzleri geliyor. Spor Sergi Salonu'nu dolduran beş bini aşkın insanın yüzleri... Bütün birikimlerini emekten, özgürlükten, daha yaşanası, daha adil bir dünyadan yana seferber etmiş insan yüzleri... Güzel, her yaşta genç, sevgili ve yan yana duran insan yüzleri... Şilili yoldaşların, Onat Kutlar'ın, Aziz Nesin'in, Adalet Ağaoğlu'nun, Tan Oral'ın yüzleri... Şimdi aramızda olan olmayan pek çok insanın... Ve Behice Boran'ın... Evet, işte yine yan yanayız, yine tüm dünya birlikte yürüyoruz.
Yıl 1987: Gözyaşının resmi...
Bir 11 yıl daha sarıyoruz zamanı ileriye... Tarih 10 Ekim 1987... Türkiye Yunanistan Dostluk Derneği Yönetim Kurulu'ndan beş-altı kişilik bir heyet Atina'dayız. Ekrem Akurgal, Oğuz Aral, Zülfü Livaneli, Bülent Tanla ve galiba bir de ben varız. Yunanistan'daki paralel komite'yle ortak toplantılar yapmış, Parlamento'yu ziyaret etmiş, siyasal partilerin yöneticileriyle, başkanlarıyla görüşmüşüz... Son bir iki günümüz, bir iki temasımız kalmış.
Sevgili -huysuz, hınzır- Oğuz'la birlikte otelde ertesi günün programı üzerinde çalışıyoruz.. İşimiz bitmek üzereydi, telefon çaldı. Oğuz açtı telefonu, "Evet," dedi "benim," bir an dinledi, yine dinledi, bir şey söyleyecek oldu, söylemedi, öylece sustu, biraz durdu, ahizeyi telefonun üstüne bıraktı, bana bakamadı, gözünden birkaç damla yaş aktı. Akan gözyaşlarının halıya düştükleri anı gördüm, yere çarparken çıkardıkları sesi duydum... "Ersin," dedi. Sorarcasına baktım. "Başın sağolsun," dedi.
Yıl 2008: Öngörünün resmi...
Zaman içindeki yürüyüşümüz devam ediyor. Bu kez aradan 21 yıl geçmiş, zor günlere, bugünlere gelmişiz. Moralimiz bozuk, canımız sıkkın, haberler kötü, hayat çekilmez! Özellikle böyle günlerde onlara kulak vermeliyiz. Ölüme giderken şöyle diyor Salvador Allende: "Ekilmiş tohum yeşerecektir, tarihi ne zorbalar, ne cinayetler durdurabilir..." Behice Boran ekliyor sabırla: "Toplumsal gelişmenin durakladığı, gerilediği, hatta tersine çevrildiği sanılan dönemler hep olmuştur, olacaktır... Ama bizim dünyamızda umutsuzluğa yer yok, biz biliriz ki insanlık bu dönemlerden hep önemli bir birikim ve hız kazanarak çıkar..."
Yayın tarihi: 12 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/12/pz/haber,D1CB2177FC9042B99EAA16C574800CED.html
Tüm hakları saklıdır.